14 Şubat 2013 Perşembe

Az Bilinen Ada Arayışları..


 Foto: Erol Ozlav


Eylül başında çok fantastik bir şekilde Erol'un Bali'ye yanımıza gelmesinden bir kaç hafta sonra, yanında çalıştığımız Chakra'nın evinden ayrıldık hep beraber.

Ubud'daki alem terasımızın tek resmi bu elimde:)

Ayrılmadan önce beraber kompost tuvaleti yapımı, kilden fırın ve hidrojen ile çalışan araçlar konusunda Emre ve Erol'un hünerli ellerinden bolca faydalandık, Ubud'un keyfini, değişik enerjisini, kendi mutfağımız olmasının avantajlarını olabildiğince sömürdük.


Foto: Erol Özlav. Ubud, Bali.

Ubud sonrası üçümüz yaklaşık üç ay boyunca beraber keyif köşeleri aradık, durduk. Üçümüzün de arayışları başka olsa da hepimiz rahat, ucuz, sakin, keyifli insanlarla tanışabileceğimiz yerler peşindeydik, ve bu arayış epey uzun sürdü. İki ülke, 16 deniz aracı, bir uçak, 13 ayrı oda, bilmem kaç ada, bir adet kiralık eve çok yerleştik. Her gittiğimiz yerin akşam aperatifinde inanılmaz gün batışları vardı.



Erol ikimizin de hem eski hem çok yakın arkadaşı olur, bugüne kadar beraber epey gezmişliğimiz var ülkemiz sınırlarında; Bali'de buluşmuş olmamız hala hem komik, hem heyecanlı, hem de havalı geliyor. Kendisinin yanımıza gelmiş olması ile hayatımıza yeniden elektronik aplikasyonlar, her şeyi çok bilen bir karakter olmasından ötürü şu an maalesef hiç hatırlamadığım bir sürü  fantastik bilgi, fizik, jazz ve çeşitli Esat bohemlikleri de geldi. Komik, eğlenceli, öğretici, bazen kendi bilmemişliklerim açısından sinir bozucu, bazen çok geliştirici oldu. Çok konuştuk, beraber çok düşündük, bazen kafamızdan birbirimizle, bazen karşılıklı tartıştık, eğlendik, gülme krizlerine girdik, beraber sessiz kaldık, birlikte daha önce bir çok tatil yapmış olsak da, hiç bu kadar uzun süreli, günün hemen hemen tüm anlarını beraber yaşamamıştık; arkadaş çok fazla iyi geldi ikimize de..


Direk özetlersem bilinmeyen adamızı falan bulamadık. Yok ulan öyle bir yer, varsa da ulaşımı pahalı, zengin villaları işgal etmiş, yok geç kalmışız, kafasını kaçırmışız, bir şeyler. Yemin ediyorum, yirmi birinci yüzyılda seyyah olmak, her yerin aynılaşma halleri üstüne ayrıca blog açılır, hiç de eğlenceli olmaz okuması. Üçümüz de Bob Marley seven insanlar olarak, gittiğimiz her yerde Bob Marley'in Legend albümünü günde en az bir kaç kez dinlemekten ciddi şekilde baydık. Diğer yandan müzik ve bir takım dünyanın genel tırtlıkları dışında Ankara'da dururken, asla göremeyeceğimiz keyifli canlı türleri ile doluydu çevremiz hep. Güzel yerler gördük gerçekten, suyun altına bakakaldığımız, rüya gibi kartpostal kareleri var bu sürecin içinde. Keyifli oldu hem gittiğimiz mekanlar, hem de üç kişi olmak.

Kırmızı ile işaretli olan rota, Erol ile yaptığımız motor keyfi, siyahlar diğer gittiğimiz yerler.


Neyse, yola önce Bali'den başladık. Endonezya vizemizi bir ay daha uzatma, Tay vizesine başvurma mesaisi ile Denpesar'a gitmeler, gelmeler, vize bekleme şekillerindeyken, (Endonezya'nın çok uzatmalı vize maceralarımızı ayrıca yazacağım), Bali'nin ruh hastası trafiği ile dar yollardan tüm kuzeybatı kısmını gezdik. Yol gerçekten çok keyifliydi motorla, hepimizi epey sarsmış olsa da. Motor kullanmamak, arkada hayallere dalarak gezmek falan da ayrı bir prenseslik oluyor.






Varmak istediğimiz ilk ada Menjangan adasıydı, Ubud'dan motorla Bedugul tapınağı, Cekik, adını hatırlamadığım bir çok keyif noktası, karanfil tarlaları, dar ve virajlı pirinç tarlaları arasından uzun bir yol sonunda Menjangan yakınlarına geldik. Tuz gölleri arasında motorla kaybolduk, hiç fotoğraf çekmemiş olduğuma üzüldüğüm bu tuz gölleri ve balıkçılar ile ilgili güzel görseller kaldı kafamda.


Bedugul Tapınağı
.


 Pemuteran çevresi oldukça kurak. Yakınında ünlü milli parklar olsa da, tuzdan, orman yangınlarından epey çoraklaşmış bir bölge. Bizim kurak zamanda gitmiş olmamızın da etkisi var bu yorumda, ama Ubud'dan sonra aşırı kurak görünüyor, toprak beton gibi. Yandaki resim motor ile geçtiğimiz dağlık yollardan.

Dalış için dünyada en iyi yerlerden biri olarak geçen  Menjangan adasına gitmek için anormal paralar istedikleri, ve çeşitli Endonezya yerlilerinin ısrar, kıyametinden çok baygınlık geldiği için bu adaya dalışa gitmedik. Kişi başı üç saat şnorkel turu için 600.000 rupi vermek yerine, şnorkel kiralayıp Pemuteran'daki mercan restorasyonu resifleri arasında rengarenk balıklar ile coştuk. Bir sürü harika tropikal balık, mavi deniz yıldızı, yılan balığı gibi türler içinde deniz canlısı gibi olduk suda iki gün. Sonunda hepimizin sırtı yatamayacağımız kadar kavruldu güneşte, ama gördüklerimize de deydi. Komik tuvaletli odamızın kapısı önünde dünyayı kurtardık, güney yarım küre yıldızlarını Erol'un aplikasyonları ile inceledik falan, zevkliydi çok.




Dönüş yolunda Medewi'de konakladık bir gece; sörfçü mekanı olan bu yerin denizi tüm Uzakdoğu sahilleri gibi acayip bir şekilde çekiliyor akşam üstleri. Hal böyle olunca, çöl gibi, dalgalı denizli, yengeç sanatından kum manzaralı ve güneşin kıyıdaki ıslak kumlara yansıması ile oluşan çeşitli görsel kopukluklarla uzun zaman geçirdik. Denize giremesek de, kıyıda  günü batırmak zevkliydi çok. Tabi bol kaslı, aynı tip saçlı, MTV kliplerinden pörtlemiş sörfçü tayfası ile de epey dalga geçip, eğlendik.




Gel-gitli sahillerin ev sahibi yengeç kardeşler, ve yengeç sanatını yakından inceleyenler:)






Ertesi gün Tanah Lot tapınağına gittik, güzelim pitonların kutu içinde turistlerle foto çektirmek için hapsedildiği gibi klasik görüntülerin yanı sıra, güzel tapınaktı Tanah Lot. Ne kadar turistik olursa olsun Bali tapınaklarında insanı büyüleyen bir şeyler her zaman var.


Tanah Lot tapınağı,  Bali.

Denpesar vize maceraları sonrası Ubud'a gittik, Chakra ile terasımızda keyif birası içip, sabah erkenden Lombok adasına gitmek üzere toparlandık. Önümüzdeki bir ay devamlı yer değiştirip, hayalimizdeki adayı aradık, durduk:)



Foto: eRoL oZlaV


1 Şubat 2013 Cuma

Öylesine Yol Kafaları

Rak Tamachat, Tayland, Aralık 2012.

Yine epey oldu yazmayalı; uzun zamandır bu bloga girdiğim yorumlara, yazılara bakınca yazmak gerçekten çok anlamsız gelmeye başladı. Hem bu yorumlamama isteklerinden, hem de yaklaşık üç aydır deliler gibi çalıştığımız çiftlik işlerinin karmaşaları yüzünden yazamadım, yazmadım.




Bangkok, Ocak 2012 

Bir kaç gün önce ilk durağımız Tayland'a geleli bir yılı geçti. Buradaki ilk durağımız Bangkok'un sıcağı, kalabalığı başımı döndürmüştü; pis falan diye yorumladığım bu şehir, Endonezya'dan sonra o kadar rahat, temiz ve karakterli geliyor ki şimdi.. Ne havasından, ne kaosundan etkilenmiyorum, güzel, normal geliyor. Artık gördüğüm her kelebekte, acayip kuşta, çiçekte çığlıklar atmıyorum. En normal şey sanki ağaçta acayip maymunlar görmek. Arada kafamı kaldırıp nerede olduğuma uyandığım zamanlar dışında gerçekliğimi yitirdiğim için, klasik söylenen karakterime geri döndüm. Çok şaşırdığımız sokak satıcılarına, buraların dengesine, her şeyine epey alıştık, o yüzden hayranlıkla baktığım Tay kültürünü eleştirmeye, beğenmemeye bile başladım artık. Artık Tay rahipleri huzur ve saygı uyandırmıyor içimde; rahip kostümleri giymiş, bir elinde telefon, ağzında sigara, elinde kemirdiği tavuk derisine kitlenip kalıyor gözüm. Hayata, turist olarak devamlı yer değiştirip, yorumlama yapamayacak kadar aklımı şaşırtmadığım zamanlarda, her yer aynı renk olabiliyor kolayca.


Patika, Mayıs 2011

Evimizi kapatıp, devamlı yer, mekan, topluluk değiştireli iki yıl olacak. Bu süreçte kaç tane oda, pansiyon, çadır, çiftlik konaklaması, kaç ulaşım aracı, tuvalet ve duş sistemi çeşidi gördük anlatamam. Motor en rahat ulaşım aracımız oldu ama arabada yüksek sesle müzik dinlemeyi çok özledik. Dönersek, motorla ormanlar arasında kaybolmayı özleyeceğiz.

Saçlar ve resimler falan hatırlatıyor uzun zamandır dolandığımızı. Adaptasyonlarımızı..


Pun Pun, Tayland, Şubat 2012 

Ankara'nın pis havası ve apartman dairesine sıkışık hayatımızda deneyimlememiz mümkün olmayan bir çok oluşumda bulunduk, muhteşem çiçeklerle, ormanlarla, acayip hayvanlarla, bir çok harika insan ile tanıştık. Her şeyi ile seçimlerimizden hiç pişman değilim, iyi ki denedik şansımızı. Geri dönüşü olmayacak kadar çok değiştik, değişiyoruz, nefis. 

Diğer yandan yol hayat gibi, öyle her şey harika, ya da her şey rezalet değil, hep inişli çıkışlı, bir an ömür boyu buralarda kalsak mı, çok mutluyuz derken, ertesi gün olan bir gelişme ile küçücük, sıkışmış, daralmış, kaybolmuş, yersiz ve kayıp hissettiğimiz oldu çok. Hele son zamanlarda acayip bir memleket özlemine kapılıyoruz sık sık.

Bayramiç, Ekomimari kursu, Haziran 2012

Bayramiç, Haziran 2011.

Yola çıktığımızda sanıyorduk ki, bu iki yıla yakın olan süre sonunda amaçladığımız hedeflerimiz doğrultusunda çok fazla  kendimizi geliştirme fırsatı bulacağız, ben çok havalı bir masaj terapisti, Emre de uygun teknolojiler, yenilenebilir tasarımlar üzerine epey uzmanlaşacak, ikimiz de kendi evimizi, hayatımızı tasarlayacak edinimler ile donanıp, üstüne de çok eğlenecektik. Özellikle Uzakdoğu'da hayat Türkiye'ye göre çok ucuz olduğundan misler gibi yuvarlanıp gidecektik.. Zaten kendimize yetmeyi öğreneceğimizden kendi dünyamız acayip değişecekti. Dünya'yı değiştirmeye hazırdık falan. Yok anacım, o kadar kolay değilmiş..

Yolculuğun esas çıkış noktası, Bill dede, PDC kursu, İstanbul 2010.

 Biz 30 yaşında hem kendimizi arıyoruz, hem bu yaşa kadar neden öğrenmediğimiz belli olmayan çok basit hayatta kalma teknikleri, kendi gıdanı üretme teknikleri, kendini zihinsel olarak iyileştirme teknikleri, yok şiddetsiz  iletişim, yok spiral dinamikleri, hediye ekonomisi gibi şeyler öğrenmeye çalışıyoruz, hem de yıllarca baydığımız sosyal baskıların bir anda gevşemesi sonucu üstümüzden atmaya çalıştıklarımızın fazlalığına şaşıyoruz; tropikal iklimde her şeyin renkliliği, büyüme hızı başımızı döndürüyor. Hem gezmek istiyoruz, hem çok fazla deneyim kazanmak istiyoruz, hem yerleşik hayat arıyoruz, hem para kazanmak hem kendi işimizin efendisi olmak istiyoruz falan, hepsi bir arada. Tüm bu edinimlerin güzellikleri dışında ağırlıkları da var. Bünyenin bir süre oturup, devamlı değişen mekan ve zihinsel durumları sindirmeye ihtiyacı var, belki de yok, ama bugünlerde varmış gibi hissediyoruz. Özellikle eş, dost, yemek özlemi bir fena basıyor bazen.


Mae Hong Son, Tayland, Şubat 2012

Uzun süre yolda olunca, aslında Ankara'dan, hayatlarımızdan, tüm bu ekolojik arayışlar dışında kendi kişiliklerimiz için tatminsizlik yaratan durumların mekanla falan alakası olmadığını binlerce kez deneyimledik. Benim zaten hep bir gidesim var. Bali'deyken Tayland'a, Tayland'da iken Hindistan'a ya da Türkiye'ye, Türkiye'ye dönünce kim bilir nerelere gitmek isteyeceğim.. Maymun zihin sorunları dışında bir çok başka neden de var bu tatminsizlikleri yaratan. Tayland'da, Bali'de, Türkiye'de, her yerde aynı çevre sorunları, aynı 'dünya otel olsun' yarışması, aynı pop müzik ve bayık durumlar gelip yapışıyor insanın yakasına. Tayland'a gelen gezgin kitlesinin konfor arayan daha zengince turistler olmasının da etkisi var bu yorumda. Global dünyada gördüklerin seni büyülese de, öyle kolay kolay kaybolamıyorsun turist koridorunda. Gördüğümüz yerler içinde 'ahanda burası, burada yaşamak istiyorum' dediğimiz bir yer olmadı henüz, bulsak ne güzel olur.

Bali, Temmuz 2012.


Rak Tamachat, Tayland, Aralık 2012.

Tüm bu ekolojik, yeşil, uygun tasarımlar konusunda içimiz dışımız topluluk ilişkileri oldu. Kendimize bir çok şey kattık elbet, hem gönüllü gözünden, hem arazi, çiftlik sahibi gözünden yaşanabilecek sorunları, neyin nasıl karıştığını izliyoruz hep. Bazen başka insanlarla aynı oyunu oynamaktan sıkılıyoruz, başkalarına para kazandırmaktan, her yerde günlük tuvalet, mutfak gibi ekolojik olmayı gerektirmeyen normal insan olmanın, sağduyu sahibi olmanın nedense bir türlü kolayca akamamasından ötürü, başkalarının arkasını temizlemekle geçiyor zamanımız, bu durumdan çok sıkılıp, inancımızı yitiriyoruz. Sonra yeniden içimiz umutlarla doğuyor, bir yeşerip, bir kurumakla geçiyor hayat vallahi. 

Gittiğimiz her yerde, herkes bize 'gelin buralarda yaşayın, evinizi yapın, para falan da vermeyin', dedi hep. Bunun tek sebebi, ikimizin yetenekli, şahane insanlar olması falan değil; esas sebebi güvenilir, işleri yarıda bırakmayan, kavga etmeden iletişim kurmaya çalışan, bulunduğumuz yerde işleri kolaylaştırmaya uğraşan insanlar olmamız. Aslında o kadar basit işler ki, neden yürümediğini anlayamıyoruz topluluk deneyimlerinin. Sonra kendi doğrularımızı herkese içten içe empoze etmenin de saçmalık olduğuna uyanıyoruz.


Bali, Bedugul tapınağı, Eylül 2012.

İlk permakültür tasarım sertifikası alıp, olaylara başka bir açıdan bakmaya başladığımızda gerçekten yapabileceklerimizin sonsuzluğu üzerine başımız dönmüştü. Dünya'ya saygı, insana saygı, eşit paylaşım etikleri ve bir çok uygulanabilinir tasarım tekniği, her şey çok kolaydı. Şimdi dönüp o zamanki inançlarımıza bakınca ne kadar dogmatik olduğumuzu görüyorum. Tüm sistemlerin bugüne kadar yürümemesinin sebebi her alanda birlikte yaşamayı, birlikte çalışmayı beceremeyen insan hallerinden kaynaklanıyor. Her yerde her şey hep başkasının suçu, dünyayı onlar kirletiyor, ülkeleri birbirine onlar katıyor, topluluk dinamiklerini o bozuyor gibi, sonu gelmez durumlar her yerde vaki. Karınca olma kursları falan almak istiyorum şu anda.  Hepimiz doğduğumuzdan beri, dünya tarihi boyunca hep bir şeyler ile mücadele ederek, bir şeyleri ya da kendimizi değiştirmeye çalışarak yaşıyoruz. Belki de değiştirilecek bir şey yok kafasına geliyorum yavaş yavaş. Elimizden geleni yapmalıyız elbette ki, ama çok mu zorluyoruz acaba kendimizi diye düşünmeye başladık. Yaklaşık iki yıldır kaç projede çalıştık bilmiyorum, ama birbirini tekrarlayan durumlar, haller, davranışlar, biraz aynı filmi izliyormuşuz gibi bir his yaratıyor artık; kendimize kattığımız tüm güzellikler dışında gerçekten yorulduk, hem zihinsel hem fiziksel olarak ne yolculuk etmek, ne başkasının arazisinde çalışmak gelmiyor içimizden çok.


Perak, Malezya, Nisan 2012.

Bugünlerde kendi çöplüğümüze, ülkeye geri dönme planları yapıyoruz. Temelli mi, bir süreliğine mi, söylemek güç. Dönünce ülkenin boku çıkmış dengesizliklerinden bayacağımızı, arkadaş, aile, şahane yemek özlemlerini giderince yeniden kaçmak isteyeceğimizi,  hindistan cevizi suyu içmeyi, tropikal kuşlarla uyanmayı, 'geckoooo' diye hep beraber geckolar ile bağırmayı, bir çok gezgin ile tanışıp, yaşam olasılıklarının fazlalığına şaşırmayı, 'özgürüz ulan!' hissini, acayip yıldızları, gün batışlarını ve buraların çevresel nimetlerini özleyeceğimizi çok iyi biliyorum.


Rak Tamachat, Aralık, 2012.


İki yılın sonunda nereye varmak istediğimiz hala belli değil, ne istemediğimiz kesinleşmeye devam ediyor. Olabildiğince basit, ama kendi yaşam alanımızı istiyoruz sanırım artık. Gezeceksek de biraz daha paralı gezmek istiyoruz.



Bu süreç en çok ilişkimize yaradı, ikimiz de birbirimize çok baktık, beraber büyüdük, dünya çevremizde hızla döndü durdu, iyi ki gezdik, iyi ki bir çok toplulukta bulunduk, güzel insanlardan ilham aldık, değişik uygulanabilinir teknikler öğrendik; kötü tasarımlar, yanlış iletişimler, kokan tuvaletler falan gibi çalışmayan şeyler de çok fazla şey öğretti tabi, iyi ki, iyi ki..  Her şeyden öte gerçekten Emre ile olan ilişkim için tarifsiz bir şükran, saygı, sevgi ve güç besliyorum. Bu yol en çok buna yaradı.


 Ama her iyinin kötüsü de var yani. Güzel anılarımız gibi, ters takla attığımız günlerin anısına da kaydet bunu dijitalden defterim.. Biraz güneşten kavrulmuş derimin, nasırlı ellerin, ayakların, zihnin, midenin, İngilizce kendini yeterince ifade edememekten sıkılmış dilimin dinlenmesi lazım gerekecek yakında.



Böyle işte şimdilik, 
Çiftlik işlerini toparlayınca, henüz yazmadığım eğlenceli tropikal ada maceralarımızda, Erol, maymunlar, gün batışları anılarında görüşmek üzere, esenlikle. :)


Laos, ocak, 2012.