26 Kasım 2012 Pazartesi

Permakültür Prensiplerinin İlişkilerinize Destek Olabileceği 10 Yöntem

Foto: Google images- power of community

Kim Millar | 18 Kasım 2012

*Permaculture: inspiration for sustainable living dergisinde yayımlanan 10 Ways Permaculture Principles Can Help Your Relationships yazısından çevrilmiştir. Çeviri için Deniz Üçok Arman'a teşekkürler..

İlişkilerinizi malçlıyor musunuz? Kim Millar Permakültür prensiplerinin bahçede olduğu kadar evde de işlediğini anlatıyor.

Çoğumuz ilişkilerimizi bilinçli olarak tasarlamıyor ve doğru yönde gideceğini umarak tökezleye tökezleye ilerliyoruz. Birşeylerin yanlış gitmeye başladığını ancak kendimizi işlerin sarpa sarmasını önlemeye çabalarken yakalayınca farkediyoruz.

Yaratıcı ve üretken bir bahçeyi tasarlamaya verdiğimiz ilgi ve düşünceyi, bir de ilişkilerimizi inşaa etmeye verdiğimizi hayal edin. Hasadımızı artırsak nasıl olur?

Geçenlerde permakültürün ilişkilerle olan alakasını öğrenirken farkettiğim benzerliği aşağıda görebilirsiniz:

1. Malçlama
Her ilişki büyüyen bir organizmadır; doğru ortamı yaratırsanız gelişir. Malçalama aynı anda besin, korunma ve az eforla daha etki elde edilmesini sağlar. O halde bir ilişkiyi nasıl malçlarsınız? İlgi gösterip gözlem yaparak, dinlemeyi öğrenerek, daha açık iletişim kurarak, özen ve şefkatle bazı şaşırtıcı değişimleri hızlıca elde edebilirsiniz.

2. En büyük üretkenlik ‘kenar’dadır
İlişkilerin de gelişen – ve ölen – kenarları vardır. İlişki tam bir sonraki safhaya geçmek üzereyken çok üretken bir hal alır. Bu bazen tartışmalar, anlaşmazlıklar ve yanlış anlamalar olarak ortaya çıkar. Bazen de daha derinden bir bağlılık, daha çok sevgi, saygı ve güven olur.

Her iki koşulda da duygusal ‘üretkenlik’te bir artma yaşanır. Bu duygulara ilgi gösterin; hangi değişimlerin gerçekleşmekte olduğuna dikkat ederek bu üretkenliği daha kuvvetli ve dayanıklı bir sonraki adımı geliştirmek üzere bilgelikle kullanabiliriz.

3. Yarıştan ziyade işbirliği için tasarlayın
‘Kardeş’ dikimlerinizde herkesin ihtiyaçlarının dikkate aldığına özen gösterin! Bizler de sağlık durumumuzu, tıpkı bir bitki gibi, verimliliğimizle sergileriz. Bazılarımızın kazanmak için yarıştığını, bazılarımızın da önceleri kaybeder gibi olup sonra kazanmak üzere yarıştığını anlamak çok önemlidir. Her iki tür yarış da topraktaki besinden kullanır. Sağlıklı bir ilişki tasarımı herkesin gelişip kendini faydalı hissettiği şekilde olmalıdır.

4. En büyük etkiyi yaratmak üzere en az eforu harca
Bu en basit olarak “gerçek olun” diye tercüme edilebilir. Küçük ve otantik jestler en etkilileridir. Kalbin dili en doğrudan etkileyen, en derine işleyen ve uzun süre etki eden iletişim biçimidir.

5. ‘Semere’ ancak tasarımcının hayal gücüyle sınırlıdır
Her ilişki bir ‘Vizyon’u hak eder; sizin ilişkinizin bir vizyonu var mı? Nelerin mümkün olduğunu düşünüyorsunuz? Ne tür semereler (yakınlık, işbirliği, kahkaha, güven, bağışlama) hayal ediyorsunuz? Eğer verim düşük görünüyorsa ilişkinizi gözden geçirip, hayal gücünüzü açıp, yaratıcılığınızı harekete geçirme zamanı gelmiş olabilir.

6. ‘Uygun teknoloji’ kolayca uygulanabilir olandır
Eğer ilişkileriniz çok çaba gerektiriyor ve kendinizi akıntının tersine kürek çekiyor gibi hissediyorsanız, bu işlerin doğal akışında gitmediğinin göstergesidir. Durun. Kendinize nefes alacak alan tanıyın ve aslında yapılması gerekenin ne olduğuna dair düşünmeye fırsat tanıyın. Gönülden ve gerçekten neleri kolayca vermeye eğilimli olduğunuzu gözden geçirin.

7. Küçük başlayıp iyi idare edilen alanlardan ilerleyerek çalışın
Nelerin iyi işlediğini değerlendirip, onların üzerine inşaa etmek yardımcı olur. Büyük değişimleri zorlamak veya zorlayıcı konuldan başlamak korkutucu ve bunaltıcı olabilir. İşleri, idare edilebilir parçalara bölerek gruplamak, stresi azaltmaya ve daha iyi odaklanmaya yardımcı olur.

8. Sorunları çözüme dönüştürün
Yabaniler ve zararlılar ilişkilere de bulaşır! Geçmişten taşıdığımız inançlar, düşünceler ve deneyimler ilişkiyi ele geçirip hayal kırıklığı ve bunalım yaratabilir. İlişkilerdeki acının %10’u güncel, %90’ı ise çocukluğumuzdan kalma acıların tekerrürüdür. İlişki yeşerdiğinde, acının ardında saklanan daha ileri düzeyde bir etkileşim ve arkadaşlığın varlığı ortaya çıkar.

9. Hatalar gelişim için fırsattır
Bu prensibi benimsemek için zihnimizi hataları farklı görmeye alıştırmalıyız; cezalandırılmayı gerektiren bir durum değil, düzeltilmesi gereken bir davranış olarak. İlk başta hatalar ve yanlış anlaşmalar üzerine açıklıkla konuşmak korkutucu olabilir; bizi zayıf ve savunmasız hissettirir.

Bir ilişkideki en etkili ve güvenli araç empatidir; olaylardaki elektriği azaltıp anlayış için alan yaratır. Bağışlamak demek alttan almaya ve başkalarına yol vermeye gönüllü olmak demektir. Eğer ‘semere’ kelimesini verimli ürün olarak ele alırsak, verimi arttırmanın yolunun bağışlama duygusundan geçtiği görülür.

10. Herşey bahçevandır
Anlamlı bir hayat yaşamak için her şeye anlam vermek önemlidir. Hayatımızda gerçekleşen her şey, her olay, her etkileşim bizlerin birey olarak gelişmesine ve evrimine destek olur. Hepimiz potansiyelimizi gerçekleştirmek üzere bir yolculuktayız; eğer gören gözlerimiz olursa, karşımıza çıkan olay ve dersler bizleri daha üretken kılmak içindir.

Tıpkı dünya gibi, ilişkiler de değerli ve zengin kaynaklardır. Onları gelişim ve büyüme için fırsat olarak görürsek, tüm duygu ve deneyimler, sağlık ve dayanıklılık adına işlenip kompostlanacak organik maddeyi oluşturur.


Dönüştürücü [transformational] iletişim ve kişisel gelişim konularına yoğun olarak odaklanan Kim diyor ki; “İnsanlar ilişki ve etkileşim için yaratılmıştır. Mutsuzluğumuzun büyük kısmının bu temas noksanlığından kaynaklandığına inanıyorum. Eğer iletişim kurmak için etkin araçlarımız yok ve bu sorunu çözme çabasında değilsek, yanlış anlaşmalar derinleşir ve bu da kırgınlıkların giderilmesine mani olur. Bazen bu trendi tersine çevirmek ve yeni beceriler öğrenmek cesaret ister – ve bunu yapmanın ödülleri sonsuzdur.”

Büyük Britanya, Hampshire’da yaşayan Kim, yenilikçi duygusal zeka becerileri konusunda İlişki Gelişimi dersleri vermektedir.



22 Kasım 2012 Perşembe

Küçük kaçamaklar: Lembongan


Mercanlı sahiller

Ağustos ortasında kendime bir kaç günlük yalnız keyif tatili hediye ettim. :) Emre ile iyi vakit geçiren, birlikteyken istersek yalnız kalabilen bir çift olsak da, gerçekten sadece kendin ile vakit geçirmek insanı çok besliyor. Türkiye'de zaman zaman ayrı kalırız, tüm Güneydoğu Asya boyunca hiç ayrılmamıştık. Kendi başına kalmanın nasıl bir şey olduğunu arada hatırlatmak lazım bünyeye. Ayrıca tek başına seyahat edince kesinlikle daha çok insan ile tanışıyorsunuz.

Nereye gideceğimi seçmek epey vakit aldı, gönlümden Flores, Komodo ejderhaları, Sulawesi gibi fantastik yerler geçiyordu, hala geçiyor. Fakat buralara gitmek Bali'den kalkıp Tayland'a gitmekten daha pahalıya geliyor; tek gidiş kişi başı 300 TL'den başlıyor çok garip. Bali'de az popüler bir yer bulmak, başlı başına bir mesai konusu.

Seçimimi Lembongan adasından yana kullandım. Sanur'dan yavaş bot ile, dalgalar arasında uça uça adaya vardım. Nispeten daha sakin bir ada. Her şeyden önce büyük çantam Ubud'da dururken, minik bir çanta ile yol yapmak nefis bir lükstü. Çanta taşıma derdi olmayınca, kendime keyifli ve ucuz bir yer bulmam daha kolay oldu. Tekneden iner inmez, adanın iç taraflarına yürüdüm. Yeni açılmış bir mekanda, temiz ve güzel bir oda buldum kendime; 100.000 rupi (20 TL, hiç hatırlamıyorum adını, ama yolu düşene tarif edebilirim :) Deniz kenarında olan odalar 250.000 rupi'den başlıyor. Kayaların üstünden deniz manzaralı tepe ise lüks oteller tarafından ele geçirilmiş. Neyse, odamda baş ucu lambası bile vardı, nedense çok büyük lüks bu diyarlarda tepeden beyaz florasan ışıkla aydınlatılmamış halde kitap keyfi yapmak.. Ve ben bu lükse sahiptim Lembongan'da. :)

İlk gün, sahilden, ormanlık patikalardan koy koy yürüyerek Mushroom ve Sunset Beach'e yürüdüm.   Yerel yamyamlar bu mekanlara yürümenin imkansız olduğunu, sadece motor ya da taksi ile gidileceğini söylese de aldırmadım. Gayet kolay ve yarım saatlik bir yürüyüş ile varılıyor buralara. Çok güzel bir gün batırdım.


Günün yemeği, muz yaprağına sarılmış balık.

Ertesi sabah kendime şnorkel turu ayarlamıştım 200.000 rupiye. Balıkçı teknesinde 7 kişiydik. Tur sahibinin hepimize ayrı fiyat vermiş olması gerçeğini öğrenince, epey uyuzlandık. Hayatımda yaptığım en trip yolculuklardan biriydi. Sörfçülerin favori yeri olan Bali denizi gerçekten zaman zaman çok korkutucu olabiliyor. Tekne ile giderken hepimiz öleceğimizi zannettik. Ayrıca bizim teknenin Bali'nin tipik balıkçı tekneleri gibi dalga kıranı da yoktu.



Ufuk çizgisi görünmüyordu dalgalardan.  Epey sarsıcı, sırıksıklam bir halde ilk dalış yapılacak Penida adasındaki Manta koyuna geldiğimizde, dalgalar yüzünden hiç birimizin içinden suya falan girmek gelmedi. Neyse hepimiz bir cesaret attık kendimizi suya ve girer girmez, dalga, fırtına vs her şeyi unutturan bir canlı ile karşılaştık. Valla suyun içinde çığlıklar attım sevinçten, hayatımda asla unutamayacağım devasal bir Manta yanımdaydı. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Deniz_şeytanı)

Çok uzaylı bir arkadaş olan bu karekter, dünyada gördüğüm en estetik canlı olabilir. Dev kanatları ile yaklaşık 7m olabilen bu tür ile tanışmak büyük keyifti. Çok şanslıydık, her açıdan gördük kendisini. Çok yavaş hareketler ediyor olsa da, suyun yüzeyine gelip, geri dalması çok kısa zaman alıyor. Bu sırada Manta'nın varlığını Lembongan adasındaki tüm rehbeler birbirine iletti sanırım, 10 dk içinde her yer tekne ve turist oldu. Biz de sıramızı diğer turistlere savdık. Zararsız olan bu muhteşem deniz canlısı planktonlar ile besleniyor. Deniz kirliliği dışında, kuyruğundan çorba yapma hastalığına kapılmış insanlar yüzünden, soyları tehlikede olan türler arasında. (Aynı köpek balıklarının yüzgeçlerini kesip, gerisinin felç şekilde denize geri atılması gibi korkunç bir şekilde, avlanıyorlar.)



Hep dalgalı olan Bali koylarında,  birden çok sığlık seviyesi sebebi ile, böyle görüntüler oluşuyor. 

Sonra yine dalgalar ile uça uça Crytsal Bay'e gittik Penida adasında. Burası bir cennet, mercanlar inanılmaz, denizin sakin olduğu bir gününü görmek isterdim. Crystal Bay, vadi gibi, nefis bir yer. (Dalgalar yüzünden fotoğraf makinesi, saklandığı yerden çıkamadı.) Ama tüm ağaçlar kesilip, yerine palmiye ağaçları dikilmiş. Ertesi gün iki dalgıçın ölmesi sonucunda, biz Endonezya'da iken, süresiz bir şekilde dalışa kapanmıştı bu koy.

Ve fırtına yüzünden son durağımız Mangrove koyu oldu, orası sakin ve dümdüzdü. Suyun üstünden mercan ormanları ve rengarek bin bir tür görünüyor zaten. Suya dalınca, zaten hiç çıkılmıyor. Özellikle kahverengi, beyazlar arasında parlayan masmavi mercan türünden gözlerimi alamadım. Keşke gördüğümüz balık türlerinin adlarını paylaşabilsem ama bilmiyorum. Ama çeşit çok inanılmaz. Ben böyle keyiften dalmış giderken bir kafamı kaldırdım bizim tekne uzakta kalmış. Yüzüyorum, yüzüyorum gidemiyorum. Anormal bir akıntı, sanki biri beni sudan çıkarmış hava da tutuyor, kulaçlar boşluğa gidiyor. Epey korktum gerçekten ama sonra beni almaya geldi tekne tabi ki. :) Karaya çıktığımızda epey yorulmuştum. Adada geri kalan zamanımı keyif köşelerinde yeni insanlar ile sohbetler ederek, kitap okuyarak geçirdim.

Lembongan ve Nusa Penida adalarında ekili hiç bir yer yok. Tüm sebze ve meyva ihtiyacı tekneler ile dışrıdan getiriliyor. Dolayısı ile ada epey pahalı. Gece 10'dan sonra etraf epey sakin ve nefis yıldızlar var. Yerel halk turizm ve balıkçılık ile geçiniyor, kendileri de dışarıdan gıdaya muhtaç. Her yerde benzeri sorunlar ve enerji kayıpları ile karşılaşmaya devam ediyoruz.






Biraz maceralı olan Lembongan kaçışım bana iyi geldi, döndüğüm de Emre'yi ve yanında çalıştığımız Chakra'nın oğlu Vishnu'yu çok özlemiştim..



9 Kasım 2012 Cuma

Pirinç tarlalarının turiste görünmeyen yüzü...



Bali, özellikle de Ubud, muhteşem görünen pirinç tarlaları ile ünlü. Bali'nin kültür merkezi olmasının yanı sıra pirinç tarlaları da, denizi olmayan Ubud'un turizm kaynağı olmuş. Bisikletle pirinç tarlası gezilerinden tutun, her kafe ve konaklama yerinin 'pirinç tarlasına bakıyor ama', gibi bir yakalaması var. Görsel olarak muhteşem olsalar da, aslında altında çok fazla sorun var. 




Tüm anlatacaklarım çok eskiye gitmiyor, her yerdeki gibi yeşil devrim denilen manyaklık ile,  yani son kırk yılda oluyor. Ama önce geleneksel subak sisteminden bahsetmek lazım.


Subak, Bali'nin pirinç sulama sistemine verilen geleneksel isim. Balililer için sulama, sadece bitkilere su vermek anlamına gelmiyor; su sayesinde karmaşık ve dengeli, ritmi ve enerjisi olan sağlıklı ve istikrarlı bir yapay ekosistem oluşturuluyor. Pirinç tarlaları su tapınaklarının etrafında yer alıyor ve su idaresini de rahipler yapıyor. Yani su kutsal. 


Subak bu sene UNESCO Dünya Mirası listesine de girmiş ve sadece etkili bir zirai yöntem olmakla kalmıyor; aslında Bali kültürünün belkemiği. Güçlü bir kültür ve çok estetik bir sanat anlayışını Bali toplumuna kazandırmış. Pirinç, sosyal hayat, ibadet, müzik, resim, herşey iç içe geçmiş ve hepsi çok göz alıcı.


Yeşil devrim ile beraber toprağın değişimini kendi gözleri ile gören Chakra'dan bu konu ile ilgili çok fazla şey dinledik. Pirinç tarlalarında eskiden kuşlar, sürüngenler ve memelilerin yaşadığını, bu hayvanların çiftçilere ekstra gelir getirmenin yanında dengeli bir sulak alan ekolojisi yarattığını söylüyor. Fakat hibrid tohumlar ve tarım ilaçlarının sisteme girmesiyle bunların yok olduğunu biz bile görebiliyorduk. (Rakamlardan çok emin değilim ama geçtiğimiz 50 yıl içinde Endonezya'daki pirinç çeşitliliği yüzlerle anılırken şu anda iki elin parmaklarını geçmiyor.) Köylü kimyasallar ile sonradan tanıştığı için, kendini korumayı da bilmiyor. İlaçlarken herhangi bir kıyafet, maske takmadığı için, son yıllarda akciğer başta olmak üzere, bir çok hastalık ortaya çıkmış.


Pirinç ekiminde sadece bir günlüğüne bulunmuşsak da, ne kadar zor bir iş olduğunu, ne kadar emek istediğini anlatamam. 




Tüm sulama kanallarında da bolca bulunan bu kimyasallar, yerel halkın yıkandığı suya bile karışıyor. Tüm şehri besliyor, derelere de karışıyor. Bir turist olarak size de bulaşıyor tabi ki, su herkesin tükettiği bir şey. 


Şunu da eklemek lazım, düşen pirinç fiyatları yüzünden, bir çiftçinin pirinçten kazandığı para günlük ortalamaya vurunca şaka gibi kalıyor. Gıda ihtiyacını dışarıdan karşılamak zorunda kalıyorlar; pirinç çiftçisi olarak gidip marketten pirinç satın aldığınızı bir düşünün.. Dinlerinin buyurduğu bin bir adak ve kurbanlık hayvan için de zaten çok fazla para gerekiyor. Kısaca zaten oldukça karsız bir işe dönüşen pirinç çiftçiliği, artık insanların gözünde zulme dönüşmüş.


Çiftçiler yoksulluklarına bir çözüm olarak tarlalarının bir kısmına villa yapıp, kiraya vermeye başlamış. Ya da otellere satıyorlar. Turistlere aylık yaklaşık 250 - 1000 dolar arası kiralanan evler ile dolu bu tarlalar. Böyle olunca, pirinçsiz arazinin görsel güzelliği kalmaz diye, pirinçler hasat edilmiyor bile. Çim gibi yani, süsler. Hem bir dolu kimyasala para gidiyor, hem ürün hasat edilmiyor, o kadar maddi ve manevi enerji de boşa gidiyor. Bali'de her sene yaklaşık 1000 hektar tarım arazisinin turizm amacıyla dönüştürüldüğü tahmin ediliyor. 


Böyle olunca satacak tarlası olmayan veya kalmayan köylüler de (tarlasını satıp, parayı yiyip, sonra eski tarlasında çiftçi olarak çalışmak zorunda kalan insan manzaraları dünyanın her yerinde galiba) taksicilik yapıyor, inşaatta çalışıyor ve tüm kazandığı ancak ölülerini huzura göndermeye veya şeytan kaçırmaya yetiyor. Kendi mesleği dışında hemen hemen her işi yapıyor köylü. Yani bu güzel pirinç tarlaları, göründükleri kadar güzel değiller aslında. Ülkesindeki dertlerden, pahalı yaşam koşullarından kaçıp gelen gezginler de bu villalarda kalmak istemekle neye sebep olduğunu bilmiyor.


Her pirinç tarlasının satılık olmasından, ya da pirinç tarlası manzaralı diye pazarlanan restoranları, kafe ve villaları protesto eden bir Bali köylüsünün arazisi.

Bir Alternatif olarak SRI


System of Rice Intensification ya da SRI (Pirinç Yoğunlaştırma Sistemi diyebiliriz belki), 80'li yıllarda Madagascar'da yaşayan bir rahip tarafından bulunmuş. Son on yıldır Çin'den Hindistan'a, Endonezya'dan Filipinler'e kadar on binlerce çiftçi bu sistemi kullanmaya başlamış. Geleneksel yöntemlerle çelişkili olarak, daha geniş aralıklarla daha gençken ekilmiş daha az sayıda bitkinin, daha az su kullanarak büyütülmesi olarak özetlenebilir. ('Daha'ları, Asyalı çiftçilerin yüzyıllardır kullandığı tekniklere kıyasla kullandım.) Hiç bir kimyasal tarım ürünü kullanılmaması da yanında. 





Tabi ki bu konuda da çeşitli görüşler var. Madagaskar dışında çok etkili olmadığı düşünülen bir sistem olmasının yanında, Endonezya ve diğer ülkelerde hektar başına alınan miktarın %50'den %100'lere varan oranda arttığını gözlemleyenler de var. Chakra 2005 yılından beri kendi tarlasında SRI tekniğini kullanıyor. 

Çok uzatmadan bu yöntemin detaylarını yazayım:

*-- Önce doğru tohumları seçmek, daha doğrusu ayıklamak çok çok önemli. Chakra'nın bu işi için şöyle bir yöntemi var: İnce uzun bir kavanozu suyla doldurup, içine taze bir ördek yumurtası atıyoruz (dibe çöker). Sonra suya tuz eklemeye başlıyoruz; yumurta yüzmeye başlayana kadar eklemeye devam. Yumurta yüzdüğü zaman suyun istediğimiz yoğunluğa geldiğini biliyoruz ve yumurtayı çıkarıp suya pirinç atıyoruz. Dibe çöken taneler içi dolu olan, ağır, güçlü tohumlar. Yüzeyde kalanları çıkarabilirsiniz, onlar işe yaramayacak. (Aslında düşününce bu tekniği diğer tahıllar için de kullanabiliriz gibi geliyor bana, yüzecek ve batacak tohumları dengelemek için uygun su yoğunluğu bilinirse iyi olur tabi. Yine de ördek yumurtası denenebilir.) İyi bir tohum seçerek, zararlılar ve yabani otlarla kendi başına daha iyi mücadele edebilen, kök sistemleri daha güçlü ve derine ulaşan bitkileri kullanırız.  

*-- Filizler çok gençken (ekimden 8-12, en fazla 15 gün sonra) tarlaya taşınır. (3-4 haftadan önce ekime başlamayan geleneksel yöntemin aksine) 

*-- Filizler su bastırılmadan büyümeli, çok sık ekilmemeli ve yeterli miktarda organik maddeyle beslenmeli (sonuncusu için balık havuzundaki su çok iyi oluyor). İstenirse doğrudan tarlaya da ekim yapılabilir, ama pek tercih edilmiyor. 

Bilmeyenler için yazıyorum, bizim için de ilginçti bunu öğrenmek; pirinç doğrudan tarlaya ekilmiyor, önce tepsilerde büyütülüp ondan sonra tutam tutam esas yerlerine aktarılıyor. Biraz büyüdükten sonra iyice su bastırılıyor, böylece tarlada yabani otların çıkması büyük ölçüde engelleniyor. 

*-- Yeni yerlerine aktarılan filizler narindir, bu işin hızlı ve zarar vermeden, kökleri zedelemeden halledilmesi gerekir. 

*-- Filizler, 3-5 bitki birlikte olacak şekilde değil tek tek, yaklaşık 25x25 cm'lik aralıklarla ekilmelidir. Böylece köklere ve yapraklara daha fazla alan sağlanır. 

*-- Tarla sürekli olarak su bastırılmamalıdır. Toprakta oksijene ihtiyacı olan organizmalar bu koşul altında yaşayamazlar. Ya günülk olarak azar azar verilmeli, ya da doldur-boşalt yöntemi kullanılmalı. Kısaca toprak sürekli suya doygun olmamalı.

*-- Yabani otların mekanik bir aletle temizlenmesi daha iyi olur. Böylece otlardan kurtulurken toprak hava alır ve elle temizlemek veya ot kırıcı ilaçlar kullanmaktan daha iyi sonuç verir. Geleneksel yönteme kıyasla biraz daha fazla ot yolmak gerekiyor. 

*-- Kimyasal ilaçlar SRI uygulamalarında kullanılsa da, en iyi sonuç organik gübrelemeyle alınıyor. Toprağa mümkün olduğu kadar organik madde eklemek gerekir. Bu sadece bitkiyi değil, toprağı besler, böyle bitkiyi de toprak besler. 

SRI'ın öğrenme aşamasında daha fazla emek gerektirdiği, fakat uzun vadede tasarruf sağladığı söyleniyor. Bilinen bir yan etkisi ise, çiftçilerin aerobik toprak koşullarına geçtikten sonra, kök yiyici nematod gruplarının ortaya çıktığı, ya da sayılarının arttığı tespit edilmiş. Güçlü kökleri yüzünden çiftçilere de hasat zamanı zorluk çıkarabiliyormuş (ya da 'kök söktürüyormuş'). 


SRI sayesinde hem kullanılan sudan, hem de kimyasal ilaçlar için gerekli maddi kaynaklardan tasarruf edilmiş oluyor. Aynı zamanda geleneksel sisteme kıyasla daha yüksek verim alınıyor. Düya'nın her yerinde kabul görecek tutarlı bir araştırma olmasa da, bazı örneklerde bunun olabilirliği kanıtlanmış. Umarız daha çok insan bundan faydalansın.