31 Ekim 2012 Çarşamba

THK; 'Atık' Su Arıtma Sistemi

Bizi THK’ya çeken şeylerden biri, belki de en önemlisi, Philip ve Audrey’den aldığımız bilgi sayesinde Chakra’nın geliştirdiğini bildiğimiz atık su arıtma sistemiydi.

Gri ve/veya siyah suyun biyolojik aracılar (bitkiler ve mikroorganizmalar) sayesinde arıtılabildiği bilinen bir yöntem. Önce (en az) iki bölmeli bir septik tankta dinlendirilen su (siyah veya siyahla karışık gri), özellikle bol su seven bitkilerin ekildiği, tasarıma göre hızlı veya yavaş akım sağlayacak çakıl dolu bir yatağa yönlendirilir. Burada bitkiler, ve çakılların yüzeyinde yaşamaya başlayan mikroorganizmaların işbirliği sayesinde suya oksijen kazandırılır ve  kirlilik dediğimiz şey bu canlılara besin olur. Buradan çıkan su da, arazide sulama amaçlı kullanılabilir. Bu veya benzer bir sistemle arıtılan atık suyun, ne olur ne olmaz diyerek (hala patojenler içermesi ihtimaline karşı) sadece ağaçları sulamada kullanılması öneriliyor. Ya da isterseniz havuza yönlendirip balıklarınızı da bu suyla besleyebilirsiniz.

Dünya’nın birçok yerinde bu sistemin çeşitli varyasyonları kullanılıyor. Ev ölçeğindeki küçük tasarımların yanı sıra, belediyeler de büyük ölçekli arıtma işini yavaş yavaş ele almaya başlıyorlar. Özellikle Avustralya, alıp başını yürümüş durumda. Anladığım kadarıyla Antalya belediyesi de bununla ilgileniyor.


Koh Phi Phi, ‘Poo Garden’; maalesef ya ilgisizlikten, ya da adanın turist çılgınlığının ulaştığı boyutlar yüzünden pek başarılı görünmüyordu. Çevredeki koku sürekli böyleyse o zaman durum vahim.  Ama yine de manzara ve fikir güzel.

Chakra’nın kendi evi için yaptığı tasarım da yukarıdaki yöntemi temel alıyor, fakat üzerine kendi fikirlerini de yerleştirmiş.  Sadece siyah suyu değil, gri suyu da, yani evin tüm atık suyunu buraya yönlendiriyor. Kendi ağzından (İngilizce) dinlemek isterseniz, aşağıdaki kısa filmi izleyebilirsiniz.


Bu sistemi 3 ana bölüme ayırabiliriz sanırım; septik tank, yüzey-altı çakıl yatağı ve havuzlar.
Septik, kesinlikle su sızdırmayacak iki bölmeli bir hazne olmalı. Önce katıların çökeldiği, daha büyük olması gereken ilk bölme, sonra bu suyun dinlendiği ikinci, daha küçük bölme. (Sırasıyla 2/3 ve 1/3 olarak oranlanabilir.) İki haznenin toplam boyunu hesaplarken düşünülecek genel kural da şu: 2 kişilik bir ev için 3,5 m x 1,5 m x 1 m (derinlik). Aslında kişibaşı günlük harcama biliniyorsa, bunu 2,5 ile çarparak gerekli ihtiyacı net olarak bulabilirsiniz, çünkü suyun ortalama 2,5 gün bu haznelerde dinlenmesi öngörülüyor. Bu iş için genelde beton kullanılmakta, ama hazır tank da satın alabilirsiniz. Beton kullanılacaksa, özellikle de deprem bölgesindeyseniz, çatlak oluşma ihtimalini yok etmek için güvence olarak betonun içine kümes teli sermekte fayda var (ferrocement).  



Eric’in projesindeki septik tank ve kontrol kapakları. Arkada da yağmur suyu için kullanılan depoları görebilirsiniz.

(Kendi atığıyla başa çıkabilen bu tip septik tank sistemlerini satan ve kurulumunu yapan şirketler olduğunu eklemek lazım, doğrudan satın da alınabilir. )

Burada işi ilginçleştiren eleman, kompost solucanları. Chakra’nın tabiriyle, ‘Solucanlar nemli, karanlık ve yemek bulabilecekleri serin bir yer isterler. Bunun için de septikten daha iyi bir yer düşünemiyorum’. Kompost solucanlarının patojen öldürmekte de çok başarılı olduğunu ekliyor.

Böylece septiğin ilk haznesine bir ekleme yapıyor.

Tanka giren atık suyun döküldüğü girişin altından, boylu boyunca uzanan bir ızgara yerleştiriyor. (Yaklaşık 20-30 cm boşlukları olan geniş bir ızgara.) Bunu bambudan yapmış. (Paslanmayacak veya çürümeyecek bir malzeme olması yeterli.) Çürümez, kırılmaz mı diye sorunca aldığım cevaba epey şaşırdım. Bambu, suyun altında çürümezmiş. (Hatta betonun içinde de yıllarca çürümeden kaldığı onaylanmıştır.) Bunu da şöyle sağlıyor: bu tepsi, giriş su seviyesinin altında, ama çıkış su seviyesiyle neredeyse aynı hizada, yani haznedeki su, bu tepsinin sürekli azıcık üzerinde. Böylece bambu sürekli suyun altında muhafaza ediliyor. Sonra bu tepsinin üzerine çok da kalın olması gerekmeyen bir kat saman yayıyor. Burada solucanlar yaşayacak. Hazeneye giren siyah sudaki katı maddeler bu samanın üzerinde kalıyor ve su da aşağıya süzülüyor, bu sayede solucanlar için gereken besin ve rutubet sağlanıyor. (Başlangıçta biraz mutfak artığıyla desteklemek iyi olabilir.) Ve tabi aynı zamanda bu katı ‘atığı’ solucana dönüştürmüş oluyor.

Solucanlar gayet mutlular, aşağıdaki fotoğraf da bunun kanıtı. Bunların kompost solucanı olması önemli, ama çeşidi size ve çevrenizdeki kaynaklara kalmış. ‘Satın almanız da gerekmez, herhangi bir şehir çöplüğüne gidip elinizi biraz daldırdığınızda genelde bir avuç dolusu çıkarabilirsiniz’ diyor. Herhangi bir solucan çiftliğine başlarken en az 250 gr. solucan gerekirmiş. Şu anda bol bol solucanı var ve isteyenlere kiloyla satıyor. Bazen, ‘insanlara bokumuzu satıyoruz’ diye kıs kıs gülüyordu.

Solucanların maaşallahı var. Mutfaktan gelen soya filizleri ve diğer artıklar da onlara afiyet.


İki hazne de dolduktan sonra, üzerine yenisi eklendikçe taşan sıvı, yüzey-altı su yatağına gidiyor. İki haznenin arasındaki ‘T’ bağlantısına ve isterseniz ikinci haznenin de çıkışına filtre takmakta fayda var, böylece yüzey-altı yatağa katı madde girmediğine emin olunur. (Yukarıdaki şemaya bakınız.)

Dikkatimizi en çok çeken şey, neredeyse hiç kötü koku duymamamızdı. Solucanlar işlerini çok güzel yapıyorlar. Chakra’nın en çok övündüğü şeylerden biri de buydu; ziyarete gelen herkese gösterip, ‘bakın koku da yok’ diyordu. Ama filtreyi kontrol etmek unutulduğu zaman, ara ara yaşanan küçük taşmalarda koku artıyor doğal olarak. Özellikle de çamaşır makinası çalıştığında!

Önemli noktalardan biri de şu; sistemi kurup kullanmaya başladıktan ancak bir süre sonra solucanları ekleyebiliyoruz. Beton septik tankını inşa ettikten hemen sonra solucanları  içine koyarsanız yaşamazlar. (Hem betonun yaydığı toksinler, hem de uygun koşulların henüz oluşmamasından.) Solucanların içinde yaşayacağı karbon (saman) katman çürümeye başladıktan sonra solucanlar eklenebilir.  

İkinci aşama, foseptikten çıkan suyun yüzey-altı yatağında bitkiler ve bakteriler tarafından havalandırılıp, temizlenmesi. Temelinde bir gri su yatağı yapmaktan çok farkı yok, ölçüler ve tasarım biraz farklı sadece. Hesaplamalar için bazı kurallar var. Eğer gri ve siyah su birlikte geliyor (dolayısıyla su miktarı artıyor) ise, o zaman kişi başı 3,5 m3; eğer gri su ayrı filtrelenecekse (su miktarı azaldığından), kişi başı 2 m3 kadar alan lazım. Bu hesapla, çakıl yatağının derinliği 80 cm, içerideki suyun seviyesi de 75 cm olmalı. (ölçülerde 5-10 cm kadar oynanabilir, fakat alan kısıtlaması varsa, derinliği biraz arttırarak yüzey alanı küçültülebilir) Yine de dikkat edilmesi gereken şey, su seviyesinin çakıl yüzeyden 5 cm kadar aşağıda kalması. Yani suyun üzerinde yaklaşık 5 cm kalınlığında kuru bir çakıl katmanı kalmalı ki insanlar suyla, su havayla, pis kokular da burnumuzla temas etmesin.

                                İki haftalık bir çakıl yatağı, bitkiler henüz genç


Önce bir çukur kazılıp su sızdırmayacak bir plastik örtü (geomembrane) serilir ve içi çakıl doldurulur. Ya da yine çatlamayacağına emin olunan bir beton havuz, veya su geçirmez bir kil tabaka olabilir. Bu sırada giriş ve çıkış boruları yerleştirilir, istenirse kontrol kapakları ve bir yağ kapanı da eklenir. Çakıl istenilen seviyeye geldiğinde bitki ekmeye hazırdır. Sistem çalışmaya başlayana kadar biraz zaman geçeceğini hatırlamak lazım.

Bu bir yavaş akım sistemi, yani su, inanılmaz bir yüzey alanı sağlayan çakıl yatağına girip yavaşlıyor, bitkiler ve sudaki mikroorganizmaların işbirliği sayesinde çeşitli kimyasal, fiziksel ve biyolojik işlemler ile beraber dinleniyor. Bu esnada bitkiler suya oksijen sağlıyor, aerobik ve anaerobik bakteriler, yosun ve mantar gibi organizmalar da sudaki artıkları besine çeviriyorlar.

Bunun için suyun bir süre bu yatakta beklemesi lazım. Bu yüzden çakıl yatağının su giriş ve çıkış boruları neredeyse aynı seviyede. (Hatta aynı seviyede de olabilir.) Yukarıdan su eklendikçe, ufak ufak taşıyor, yani yatay olarak ilerliyor. (Eğer kontrol kutusu kullanacaksanız, yukarıdaki yöntem de uygun.)


Çakıl yatağı için kişibaşı ortalama 2,5 m3 olarak da hesaplayabileceğimiz hacim boyu, tipik bir Batılı bireyin günlük ortalama 150 litre olan harcamasına göre düşünülmüştür. Gelişmiş Batı’nın dışına çıktığınızda, bu ortalama en az yarı yarıya azalıyor. Aslında, foseptik ve çakıl yatağının boyunu hesaplarken, maksimum insan sayısı ve su kullanımı üzerinden gitmek lazım ki taşma ihtimali olmasın. Sistem oturduktan sonra su girdisi azalsa bile çalışır.

Bu boyutlar ve hesaplar, bizim şu anda bulunduğumuz gibi ılık iklimlere göre düşünülmüştür; daha soğuk bölgelerin kış döneminde mikrobiyal ve bitkisel aktivite yavaşlayacağı için, burada verilen ölçümleri 2 veya 3 katı büyütmek gerekebilir. Özellikle Türkiye’nin serin ve soğuk bölgelerinde dikkate alınması ve başlamadan önce iyice araştırılması gereken bir husus.


Çakıl yatağından çıkan suyu değerlendirmenin, duruma ve tercihe göre farklı yolları var. Çoğu zaman sulama amaçlı kullanılır. (Ağaçlar, çalılar ve çiçekler.) Bu durumda, delikli borular içinde çakıl dolu bir kanala yönlendirilebilir. Bu su dezenfekte edilmediği için doğrudan temastan kaçınılmalı, sebze sulamada kullanılmamalıdır.

Chakra’nın evindeki çakıl yataklarından ikincisi ve tabi ki papaya.

Chakra’nın evinde ise önce küçük bir ördek havuzuna, oradan balık havuzuna dökülüyor. Hem ördekler, hem de balıklar ve kaplumbağalar oldukça sağlıklılar. Çakıl yatağında belirli oranda temizlenen su, ördek dışkılarıyla zenginleşip balıklara yemek de sağlıyor. Eğer çıkış bu şekilde balık havuzuna bağlanacaksa, o zaman siyah ve gri suyu bir arada kullanmak iyi olur, çünkü havuza bol miktarda su akmasını isteriz.

Dikkat etmek gereken bir nokta, yağmur suyunun çevrede birikerek çakıl yatağına dolmasına engel olmak.  Bu yüzden yatağın kenarlarını biraz yükseltmek iyi olabilir.

Eğer istenirse, özellikle de büyükçe sistemlerde, birden fazla çakıl yatağı arka arkaya kullanılabilir.

Dikilecek bitkiler, kökleri büyük ölçüde suyun içinde kalacağı için bol su seven, ve/veya suda çürümeye dayanıklı türler olmalı (yüzücü bitkiler, batık bitkiler ve köklü bitkiler olarak sınıflandırılabilir). Çünkü esasında fikir, bir yapay sulak alan (constructed wetland) oluşturmak. Kökleri 70 cm’e kadar inebilen otsu bitkilerin yanı sıra çiçekler ve hata ağaç bile dikebilirsiniz (meyve ağaçları dahil). Her iklimde bu iş için kullanılabilecek bitkiler var. Karşılaştığım makalelerde, Türkiye’de yapılan denemelerden aldığım bilgiyi aşağıya ekliyorum:

Su mercimeği (Lemna minor), Su sümbülü (Eichhornia crassipes), Su kamışı (Typha latifolia), Saz otu (Phragmites australis), Kofa (Juncus spp.), Hasır sazı (Scirpus spp.), Ayak otu (Cares spp.), Zakkum (Nerium oleander L.), Japon Şemsiyesi (Cyperus Alternatifolious L.), Batak otu, Su eğreltisi (mesela Azolla), Nilüfer (Nymphaea) ve istenirse Çoban püskülü (Ilex spp.) ile Söğüt (Salix). Canna gibi çiçekli bitkiler de ekilebilir.

Bunlardan en sık kullanılan Typha ve Phragmites’in epey istilacı türler olduğunu göz önüne almak lazım.


Bu sistemlerin suyu ne miktarda arıttığını detaylandırmak burada zor olur. Wikipedia’daki ‘constructed wetlands’ başlığı bilgilendirici. Kısaca, TSS ve TDS oranları %85-90’a varan ölçüde, fosfor ve azot %30-%60, foseptikteki BOD %90-95, toplam koliform bakteride %98-99 azalma var. Fakat bu su sterilize edilmediği için, yukarıda bir yerde bahsetmiştim sanırım, doğrudan temas edilmemesi tavsiye ediliyor.
Özellikle ev ölçeğindeki sistemlerde fosfor ve azot miktarını düşük tutmakta fayda var. Yemek atıklarını kompost yapmak ve az fosforlu deterjanlar kullanmak yardımcı olur.

İnternette yapay sulak alanlar ile ilgili bol bol bilgi var. Hatta çeşitli üniversitelerden yüksek lisans araştırmaları, çevre bakanlığının değerlendirme raporlarına da ulaşmak mümkün. İlgilenen olursa Google'da ufak bir aramayla birçok kaynağa ulaşılabileceğini söyleyebillirim. 


Umarım gerçek anlamda işe yarayacak bir belgeleme olmuştur, eğer eksik kaldığını, yanlış olduğunu veya ekleme yapılabileceğini düşündüğünüz noktalar varsa lütfen yazın. Hatta bu konuda birinci elden deneyimi olanlar varsa daha da iyi, bilgi paylaştıkça güzel.

Emre.



30 Ekim 2012 Salı

Tri Hita Karana



'Tri Hita Karana'; dengeli ve ferah yaşama giden üç anahtar. Çevrenizdeki insanlarla, içinde olduğunuz Doğa’yla ve manevi Kutsal’ınızla uyumlu yaşamak.
Tri Hita Karana Bali Permakltür Vakfı, permakültür ilkelerine dayanan eğitim ve topluluk gelişimi programları ile Bali’nin Tri Hita Karana felsefesini yaşatmayı ve güçlendirmeyi amaçlar.

THK’yı Nasıl Bulduk?

Bali’ye gelmemizin önemli nedenlerinden biri, adada birkaç tane permakültür projesi olmasıydı; böylece gönüllülük için çok fazla aranmamız gerekmeyecekti. Gerçekten de öyle oluyor gibiydi ki, Bali’ye gitmeden birkaç hafta önce konuşup anlaştığımız bir vakıf, son dakikada yaptığımız görüşmeler sırasında bize konaklama imkanı bile sunamayacaklarını haber verince, kendimize bir yer bulmamız biraz zaman aldı. (Yine birilerinden haber beklemekle geçen bir kaç gün.) Şans eseri, daha önce buralardan benzer amaçlarla yolu geçmiş arkadaşımız Süha sayesinde Chakra’nın varlığından haberdar olduk. Onun yanı sıra, Pun Pun’da (Tayland) tanıştığımız belgesel yapımcısı Fransız çift Philip ve Audrey de yakın bir zaman önce Tri Hita Karana’da Chakra’yla tanışmışlar ve Bali’ye gidersek kendisini görmenin iyi olacağını söylemişlerdi. Biz de öyle yaptık.


Chakra

Ubud’da Chakra ile geçirdiğimiz iki ay, bizim için de biraz beklenmedik oldu diyebilirim. Zaten vize kısıtlaması yüzünden fazla kalamayız diye düşünüyorduk. Fakat zaman geçtikçe bizi burada tutan çeşitli şeyler oldu. Birincisi, ilk haftadan sonra kendimize ait küçük bir mutfağı ve banyosu da olan bir odaya taşındık. Uzun zamandır hasret kaldığımız evcilik oyunlarına yeniden başlamak, bu sırada faydalı işler de yapıyor ve öğreniyor olmak, gezme isteğimizi bir süre köreltti. Kendimizi orada rahat hissetmemizin sebeplerinden biri de Chakra’nın oldukça yumuşak, sabırlı ve genel olarak keyifli bir insan olmasıydı. Daha önce gördüğümüz bazı projelerin aksine, üzerimizde pek baskı hissetmeden iş yapabiliyor ve ihtiyaçlarımız için gereken zamanı ayırabiliyorduk. Ama yine plansız programsızlıktan, başka birinin günlük akışına kendimizi uydurmak zorunda kaldığımız oldu. Bu biraz yorucu olabiliyor, ama biraz zaman geçirip mekana iyice alıştıktan sonra rahatça insiyatif kullanarak istediğiniz işle uğraşabiliyor olmak da güzel.




THK

Chakra Widia

Chakra, 39 Yaşında bir Bali’li. 13 yaşındaki kızı Putu, 3 yaşındaki oğlu Vishnu ve eşi Ayu ile birlikte, Ubud’un Pengoskan mahallesindeki aile evlerinin arkasında kendilerine ait iki katlı bir evde yaşıyorlar. 2007 yılında THK kurulduğundan beri de gönüllüleri ve stajyerleri evlerindeki fazla odalarda misafir ediyor veya bu odaları kiralıyorlar.  Bir nevi ‘homestay’ yani, dolayısıyla, Bali’li bir ailenin büyük bir kısmı adak hazırlamakla geçen günlerini nasıl değerlendirdiklerini görmek mümkün oldu. Gerçi Chakra’nın hayata bakış açısı sayesinde biraz marjinal bir aile deneyimiydi. Kısaca, iki ay sonra biraz da ailemizden ayrılıyormuş gibi hissettik.


Chakra, epey maceralı bir hayat yaşamış. 90’lı yıllarda 18 yaşında bir Endonezyalı olarak İngiltere’de astronomi okuma fırsatı bulmuş. İleride, ‘ancak masallarda yaşanabilecek bir şey’ şeklinde anlatılan bir dizi olay sonrasında, Güneybatı İngiltere’deki varlıklı bir ailenin misafiri olarak uzun süre Avrupa’da yaşamış. İngilizce’sinin diğer Endonezyalılar’a kıyasla ne kadar iyi olduğunu görünce şaşırmıştık biz de. Bu arada bu tip şeyleri de ısrarla sormadığınız sürece anlatmıyor (gerçi bazı şeyleri de tekrar tekrar anlatıyor), başından geçenleri ancak epey sonra öğrendik biz de. Bunları müzisyenlik yılları olarak anlatıyor. Repertuvarı çok geniş olmasa da güzel gitar çalıyor. Yanı sıra birçok işte çalışmış, eko-turizm deneyimi edinmiş, ve yıllar sonra ülkesine geri dönmüş. Detayları burada anlatmam mümkün değil ama, onun için çok ilginç ve zor, ama eğlenceli ve vizyon açıcı bir hayat deneyimi olduğunu düşünüyorum.

Kısaca Bali ve Yeşil Devrim

Chakra, Balililer’in eskiden en iyi permakültürcüler olduğunu, fakat buralara gelmekte biraz geciken ‘yeşil devrim’den, yani 1970’lerden itibaren işlerin değiştiğini söylüyor. Çocukken ailedeki görevi, akşamları su bastırılmış pirinç tarlalarına gidip, balık, yılanbalığı ve salyangoz toplamakmış. ‘Bu sayede para da kazanırdık, ve aç kaldığımız bir gün bile hatırlamıyorum’, diyor. Fakat çiftçilerin zamanla ‘modern’ tarım ürünleri kullanmak zorunda bırakılışları, ciddi bir değişim başlatmış. Eskiden, pirinç, ördek ve yılanbalıkları (ve salyangozlar, diğer balıklar ve çeşitli bitkiler) beraber kullanılırmış. Avcıların (baykuş, fare, yılan) ve av hayvanlarının (fare, yılan, salyangoz, vs.) eksik olmadığı, ördekler ile birlikte dengeli bir ekosistem hakimmiş. Adanın volkanik ve çok yamaçlı olması, teraslarla çiftçilik yapmayı mecbur kılmış ve belirli bir dönem bol bol su gerektiren pirinç tarlalarının nasıl sulanacağıyla ilgili özel yöntemler bulmuşlar. Subak sisteminden pirinç yazısında bahsedeceğiz sanırım. Ne zaman ekim ve hasat yapılması gerektiğine de yerel yönetimler, yani banjar karar veriyor. (Tarih boyunca birçok şeyin el ele ilerlemesi gibi, tarım ve kültür de birarada gidiyor. Ubud’dayken denk geldiğimiz Kuningan festivali bir hafta sürüyor, ve eskiden yılda bir kere ürün veren pirincin hasat zamanına denk geliyor, yani bir nevi hasat festivali. Fakat konvansiyonel tarım, yani hibrid tohumlar, kimyasal gübre, böcek ve ot öldürüceler sayesinde artık yılda birden fazla hasat yapılabiliyor. Dolayısıyla temeline baktığınızda Kuningan festivalinin de bir anlamı kalmıyor. Ama insanlara bunu anlatmaya çalıştığınızda, başınıza Chakra’nın başına gelenler gelebilir.)


Nefis görünen, ama epey sorunlu pirinç tarlaları ile ilgili yazacağız.

Genel Olarak THK

Çocukluğundan bildiği manzara yavaş yavaş yok olup, kuşların ötmediği, yılanbalıkları ve salyangozlar olmayan tarlalarla karşılaşınca çok üzülmüş ve morali bozulmuş. Bundan sonra kendimi bu işe verdim diyor. Permakültür dediğimiz şeyin diğer yarısı olan yerel bilgiye hakim, Avrupa’da eğitim görmüş dolayısıyla Batı’nın bazı fikirlerine yatkın ve açık, mühendis olduğu için teknik konulara hakim, çiftçi bir aileden gelen Chakra, o zamandan beri çeşitli sosyal ve teknik mücadeleler veriyor. Teknik olarak uğraştığı işleri şöyle sıralayabiliriz: SRI (System of Rice Intensification), çeşitli yöntemlerle daha az su, ilaç ve gübre kullanarak pirinç yetiştirme sistemi; biyolojik yöntemlerle atık su temizleme sistemleri (atık su bahçeleri), seramik içme suyu filtreleri (oldukça kendin yap tarzında, fakat zor günlerde biyolojik olarak arıtılmış siyah suyu bile ‘içilebilir’ hale getiriyor, denenmiştir); motorlu araçların benzin tüketimini azaltan, karbon emisyonlarını da neredeyse tamamen yok eden hidrojen sistemleri, inşaatta çimento sarfiyatını ciddi ölçüde azaltan ‘bamboo niskala’ (bambu ve çimento birleşimi çok esnek ve güçlü bir yapı malzemesi) tekniği, küçük/büyük ölçekli biyogaz üniteleri, mikrohidro-elektrik jeneratörleri, ve çeşitli ufak tefek işler.


Su filtreleri

Biogaz Ünitesi (Anaerobic Methane Digester)


Chakra'nın 'supertool'ları.. Çalışırken elde kalmayan, dayanıklı..

Tüm bunları kullanarak Bali’de son 30 yıldır patlamaya devam eden turizm sektörünün ‘eko’ kısmına hizmet veriyor, ki iyi de ediyor, hem maddi olarak destek buluyor, hem de bu nüfus ve tüketim artışının dengelenme çabalarında zorlu bir rol oynuyor. (Chakra gibi insanlara bu yolculukta sık sık rastladık, ama aynı zamanda onun gibi insanların olmasını gerektiren durumların vahametiyle karşılaşınca, insanın morali bozulmuyor değil.)


Fırın atölyesinden

Kompost tuvalet atölyesinden

Tüm bunları özellikle köylülerin bilmesi gerektiğine inandığı için sık sık atölyeler düzenliyor, Balililer’e bedava ya da burslu olarak eğitim veriyor, karşılaştıkları sorunlarda yardım ediyor, gerekirse bir çuval tatlı patates karşılığında biyogaz sistemi kurarak çiftçilerin cebini ve hayatını rahatlatıyor, bıkmadan usanmadan, hayatı biraz daha farklı yaşamanın yolları olduğuna insanları ikna etmeye çalışıyor, ve tüm bunlar yüzünden ailesiyle bile papaz olabiliyor. 
Teknik mücadeleleri aşmak çoğu zaman zor değil, sonuçta bu işlerden iyi anlayan, ve dediğim gibi konuya hakim biri; ayrıca oldukça pratik, problem çözme yeteneği çok güçlü bir karakter kendisi. Fakat sosyal mücadeleler çok daha yıpratıcı olmuş. Yine tüm detayları kendisinden almamız mümkün olmadı, ama öğrendiğimiz ve duyduklarımızı birleştirebildiğimiz kadarıyla Chakra’nın hikayesi şöyle:

Chakra’nın THK’ya Giden Hikayesi

İngiltere’den döndükten bir süre sonra Ayu ile evlenir ve ilk çocukları Putu doğar. Fakat Chakra’nın geçmişi ve amaçları, temelden inandığı bazı şeylerle ters düşen kültürel perspektif ve tabularla karşı karşıyadır. Bali kültürünün arkasındaki din etkisi de çok güçlü; bunları başka bir yazıda dile getireceğiz, ama permakültürün de kapsadığı bazı noktalara değinmek istiyorum.

Balililer, hayatlarının büyük bir kısmını adak hazırlayarak geçiriyorlar ve bu adaklar her zaman doğal malzemelerden yapılıyor, çoğu da gıda (ya da günümüzde şişe Fanta). Festival zamanı (ki Bali’de en çok bulunan şey festival, ortalaması haftada 3) bu adaklar tapınaklara taşınıyor ve orada tanrılara sunuluyor (tabi ki sonra çürüyüp çöpe atılıyor, ya da yakılıyor). Haliyle insanların arasındaki maddi güç farkı, bu sırada herkesin ortasında gözler önüne seriliyor, bu da haliyle yoksul insanların moralini bozuyor. Peki tüm bu adaklar sepetlerin içinde taşınsa ve kapalı olarak tapınağa bırakılsa, böylece kimse rencide olmasa ne olurdu? Bu teklif, kendi ailesi dahil çevresini epey kızdırmış, öyle şey olur muymuş hiç?

Bu adakların büyük bir kısmı da kuru palmiye yapraklarının çeşitli şekillerde örülmesiyle yapılıyor. Aslında hoş bir olay, sabah kalkınca odanızın önünde ufak bir adak ve yanan bir tütsü görmek iyi bir şey, fakat öyle büyük bir ölçek ve sıklıkta yapılıyor ki, artık bu palmiye yaprağı ihtiyacı Java ve Sulawesi’deki plantasyonlardan karşılanıyor. Bunların farkında olan Chakra, adakların plastikten üretilip tekrar tekrar kullanılması teklifini ortaya atmış (Böylece, insanlar adak olarak ‘ziyan ettikleri’ gıdayı da kendilerini doyurmak için kullanabilirler.) Zaten asiliği, (gençken de anlamlandıramadığı otoritelerle sürekli başı belaya girermiş) ve bunun gibi olaylar yüzünden ailesiyle arası bozuk olan Chakra, eşiyle boşanma noktasına gelmiş.


Bali'nin adakları..

Zamanlama, onu Sumatra’daki Aceh şehrine getirir. 2004, Aceh Denizi’nde büyük yıkıma sebep olan deprem ve tsunami felaketinin çok iyi hatırlandığı bir yıl. Chakra Ubud’da daha fazla kalamayınca, bildiklerini değerlendirerek insanlara yardımcı olmak amacıyla Aceh’ye gider. Bu dönem ile ilgili de çok acayip hikayeleri var. Aceh, çok çok sıkı, fanatik Müslüman bir bölge. Akşam belirli bir saatten sonra dışarıda gezmenin yasaklanabildiği, kadınların kapanmasının zorunlu olduğu, çok fazla miktarda kahve ve esrar tüketilen (gerçekten) bir eyalet-şehir. Kendi din yaklaşımı yüzünden buralara gelince, hakkında fazla bilgili olmadığı Müslüman topluma uyum sağlaması çok zor olmuş. Yoksullara pizza fırını yapmayı öğrettiği bir çalışmadan sonra onlara sürpriz olsun diye fırını güzel desenlerle (aslında oldukça korkunç bir yaratık suratı, ağzı da fırının kapağı, ama aslında Bali’nin koruyucu meleği ve oldukça ilginç, güzel bir ikon) dekore edince, hayatını kurtarmak için kaçmak zorunda kalmış. Bildiğiniz, koşarak kaçmış. (İslam’ın bu kadar tutucu olduğu yerlerde bu tip görsel tasvirler çok yasaktır.) Bunun gibi birçok olayda başı derde girmiş. Tüm bu süreç içinde sivil toplum kuruluşlarının yetersizliği ve ilgisizliği, resmi kurumların ve yöneticilerin bencilliği ile karşı karşıya kalmış. Tsunami felaketinin ortasında şöyle bir manzara düşünün: Askerler ormanları korumak ve genişletmekle görevli (yasak kesim yapanlara karşı), fakat bunlar rüşvet karşılığında kesimlere göz yumuyorlar, ama bunun yanında halkı da tartaklıyor, para istiyor (ormanı korudukları için), huzursuzluk yaratıyorlar. Bu halk kaçak kesimlerde çalışarak para kazanıyor, ama bir yandan gizli bir asiler grubu var, çoğu zaman fazla ileri giden askerlerle çatışmaya giriyorlar. Yöneticiler zaten Java’dan gelen paraları nerelerine dolduracaklarına şaşırdıkları için pek konsantre olamıyorlar duruma.


Bali'nin koruyucusu Wayang

Bu şartlar altında koştururken permakültür ismini duyuyor. Sivil toplum kuruluşlarıyla gelen permakültürcüler ile tanışıyor, çalışıyor ve öğreniyor. Şimdi sorunca ‘aslında zaten bildiğim şeylerden bahsediyorlardı’, diyor.
2 sene sonra ailesinin yanına, Ubud’a geri dönüyor, ve bir yıl içinde (2007) Tri Hita Karana Permakültür Vakfı’nı kuruyor. Vakfın kuruluş hikayesi de komik: Kurucu üye babası, ve diğer altı kişi de arkadaşları, ama hiç kimse bundan haberdar değil. Kimliklerini ödünç alarak gizlice gidip kurmuş vakfı. ‘Babam hala bilmez’, diyor.
O zamandan beri THK adı altında tasarımlar yapıyor, yeni teknikler deniyor, yabancılara (ve Balililer’e bedava olan) atölyeler düzenliyor, bambu inşaatlarını yürütüyor ve ailesiyle beraber bizim bir süre yaşadığımız evde oturuyor. Ailesiyle arası hala keyifsiz. Bir süredir ufak bahçe denemeleri yaptığı babasına ait araziyi, ona sormadan bir otel şirketine kiralamışlar. Yöneticilerle de sorunlu; binanın ikinci katına yüksekte bir kompost tuvalet yapmak istediğinde, Barong (yerel dini reis), hemen yandaki tapınağa tepeden bakacağı için bunu istememiş. Ama o tuvalet orada. Çok da güzel bir kapı kulbu var. 


Eşi ve çocuklarının maalesef bu konularla pek ilgisi yok. Yani onunla aynı heyecanı paylaşmadıklarından, herkes için bazen zorlaşıyor hayat. Putu zaten ergenlik çağında sayılır, babasının çiftçi olması fikri onu zorluyor; çünkü çiftçiler fakirdir. Eşi Ayu da çok güzel, geleneksel Bali dansçısı bir kadın, ama etrafında olup bitenleri pek umursamıyor gibi. Yani, Chakra aslında tek başına projelerinde, dolayısıyla kafayı toparlaması pek mümkün olmuyor. 

Deniz Yıldızı Dil Okulu

Tüm bunların ortasında bir de Starfish Languge School var. Birkaç yıldır devam eden bir proje. Çok makul fiyatlarla (kar yapmayı bırakın çoğu zaman zararda) Endonezyalılar’a ve diğer yabancılara İngilizce dersleri veriyor, çocuklara da bu şekilde bedava öğleden sonra dersleri veriyor. Bali’nin kültürü ve doğal tarihi hakkında çocukları bilinçlendiriyor, ağaç dikmek, tutumluluk, geri dönüşüm gibi konularda projeler hazırlayarak hem duyarlılık, hem de maddi kaynak oluşturuyor. Çocuklar yukarıda bahsettiğim kompost tuvaleti kullanıyorlar, çevredeki plastik torbaları toplayıp oturma yastıkları yapıyorlar ve bir yandan İngilizce öğreniyor, Batı dünyasına aşina oluyorlar. Öğretmenler, çoğu zaman çeşitli gönüllük şirketleri aracılığıyla bu yörelere çalışmak ve gezmek için gelen yabancılar. Bu, Chakra için epey yorucu bir ekstra. Öğretmenleri ve öğrencileri takip etmek, diğer bütün işlerin ve tersliklerin yanı sıra bir de sorumsuzca gelip iki gün sonra kaçan Amerikalı gönüllülerin arkasını toplamak zorunda kalıyor. Ama karşılaştığı her şeyi sabırla göğüsleyip, sakince karar veren, hayatın getirdiği ve götürdüğü şeyleri kızmak veya üzülmek yerine ders alıp izleyen, ve çoğu zaman sıkkın görünse de pozitif ve yeri geldiğinde espriyi iyi patlatan biri.


Starfish sınıfı

Orada olduğumuz süre içinde de bize hiç bir zaman ‘siz bilmezsiniz’ tavrıyla yaklaşmayan, en iyi bildiği iş bile olsa, ‘Şunu nasıl yapsak?’ diye soran, yeni bakış açılarına açık, birlikte çalışması kolay bir insan. Fakat özellikle kendi hayatını zorlaştıran bir dağınıklığı var; daha önce yukarıda başka birinin günlük akışına kendimizi uydurmak zorunda kaldığımızı yazmıştım. Bu kafa dağınıklığından kaynaklanıyor. Çok fazla iş, çok koşturmaca var ve eşi çalışırken bebeğe de bakmak zorunda kaldığı için günler pek iyi programlanamıyor. Biz, en azından bazı işlerin yükünü üzerinden alarak elimizden geldiğince yardım etmeye çalıştık, fakat çok düzenli, işlerin tıkır tıkır yürüdüğü bir sistem şart, ve bunun için de özel bir asistan lazım. Yine de, çok dağınık görüntünün altında o pratik zekayı farketmek mümkün. Yaptığı ya da yapmadığı için anlam veremediğimiz bazı şeylerin sebebini, çeşitli noktalarda sonradan öğrendiğimiz oldu.



Bali bizim için birçok anlamda özel bir yer, dolayısıyla bazı şeyleri atlamak ya da üstünkörü geçmek istemiyoruz sanırım. THK’nın işlerini zaten tek bir yazıda anlatmak mümkün değil. Blog’un yazılarını doğrusal bir zaman çizgisinde tutmak istesek de, özellikle teknik işleri detaylandıracağımız diğer yazılarla ara ara karşılaşabilirsiniz.



Emre.

23 Ekim 2012 Salı

Ubud


Ubud da Bali'nin geneli gibi çok uzun zamandır istila edilen bir yer, ama burası gerçekten büyülü, çok güçlü bir yer. Kültürel, sanatsal ve dini açıdan çok turistik bir yer olmasına rağmen hala karakterini koruyan, hala yüksek yapıların şehri yemediği, gülen yüzlü insanları ile ruhunuzu şımartabileceğiniz bir şehir. Burası öyle bir yer ki, üstüne bir sürü antropoloji kitabı yazılır, yazılmışı da vardır..

(Bir arkadaşım Bali ve Maya kültürleri arasındaki benzerlik ile ilgili bir makale göndermişti, bakmak isterseniz: http://frontiers-of-anthropology.blogspot.com/2012/05/suppressed-by-scholars-twin-ancient.html)








Ubud'un ünlü ve en güzel köşesi Monkey Forest, yolunuz düşerse gün batışına yakın gidin, insan sayısı epey azalıyor.

 Bali'nin en turistik yerlerinden biri olan bu şehirde, havalı kafeler, pahalı ama keyifli dükkanlar, ultra pahalı vejetaryan, makrobiyotik, çiğ yemek (raw food) lokantaları, yoga, spa ve para verdikçe iç-dış aydınlanma vadeden yerler ve insanlar ile dolup dolup taşma noktasına geliyorsunuz.. Öyle ki, paranız yoksa aydınlanamayacağınızı anlayıp, dandik taşların üstüne oyulmuş Om simgesine bir sürü para veren insanlara bakıp bakıp, herkes için akıl, fikir diliyorsunuz. Üç günlük meditasyon festivalinin 800 dolar olduğu bir yer burası.


Diğer yandan şehir merkezinden uzaklaşıp, motor ile pirinç tarlalarının arasında kayboldukça  gerçekten zamanda kayboluyorsunuz sanki; yosun tutmuş, tapınakvari evler, her evin kendine ait ayrı bir tapınağı, deresi ya da akan suyu olması sayesinde görsel ve hissel olarak kendinizden geçiyorsunuz. 




Yerel sanatçıların, inanılmaz tahta ve taş işçiliklerinin, acayip, büyücü gibi şifacıların, müzisyenlerin,dansçıların,tanrıların,şeytan kaçırıcı maskelerin,
(http://murnisbali.wordpress.com/2011/09/14/mask-ceremony-ubud-bali/)
rahiplerin, hayatlarını palmiye ve muz yapraklarından sunaklar hazırlayarak geçiren kadınların, yaşlıların olduğu, bol bol kan seven yeraltı tanrıları ile bazen karanlık masal sahneleri gibi, inanılmaz bir yer. Öyle ki yosun tutmuş tapınaklar, dar sokaklar aralarında yürürken zaman da yolculuk etmişsiniz de, çok fantastik bir dünyaya geçiş yapmışsınız gibi oluveriyor. Sonra gördüğünüz çöp ve diğer sorunlar ile bugüne geri geliyorsunuz. 

Tüm başkalaşımlara, günümüzün getirdiği çevresel ve maddi sorunlara rağmen bu şehirde güçlü, mistik, artık adını ne koyarsanız, insanı etkileyen, büyüleyen bir çok şey var. Yani yolunuz Bali'ye düşerse, mutlaka görülmesi gereken bir yer Ubud.






Yaklaşık iki ay geçirdiğimiz bu değişik şehirde, hayatın bir ibadet olmasından ve Bali'li bir aile ile yaşamamızdan ötürü, Bali'lilerin günlük hayatı ve inançları üzerine epey fikir sahibi olduk. Bali'nin bana çok ilginç gelen dini ve kültürel durumları ile ilgili ayrıca yazacağım. 




 İki ay düzenli kalacak bir yerimizin olması hem çanta taşımaktan bıkmış sırt kaslarımıza, hem de yerleşik düzen özlemiş bünyemize iyi geldi. Aylık 200 TL kira ödediğimiz, (bu fiyata motorumuz da dahil) bu mekanda vakit geçirmek, ekonomik, fizyolojik ve aldığımız bilgileri düşününce her anlamda mis oldu. Öte yandan, sürekli yolculuk etme hali yüzünden kendim ile ilgili çözdüğümü sandığım ama uzun zamandır yüzleşemediğim birçok hayaletim ile sabit bir yerde yaşayınca yeniden karşılaştık; epey uğraştım kendimle.

Yakında anlatacağımız Tri Hata Karana'da yaşarken, çalışma günleri dışında Chakra'nın danışmanlık yaptığı, kendi başımıza görme şansımız olmayan dağlık arazilere gittik. Tarçın, kakao, paçuli, karanfil, zerdeçal ve pek çok tür ile kaynaştık. Chakra'nın beni tanıştırdığı yerel şifacı bir kadından ders alma serüvenim, dünya tatlısı 25 tane Bali'li çocuğa İngilizce dersi vermemle bitti. Birkaç düğün, doğum günü partisi, bir kaç yerel festivale gitme şansımız oldu. Fırsat buldukça anlatacağım. Tüm olanlar ve bitenler, tüm şehirde sürekli devam eden değişik müzik sesleri, bambu ve gamelanlar tarafından mühürlendi. 

  Ubud - Cremation Parade by morminor
Ubud'a vardığımız ilk haftalarda denk geldiğimiz, önemli bir ailenin ölmüş bir ferdi için düzenlenen 'yakılma' geçidinden. Ubud, Bali - Endonezya, Temmuz 2012

Balkonumuzda her gün başka bir örümcek, geko, sincap ve kuş ile komşuculuk oynadık. Erol gelince sekiz aylık arkadaşsızlık diyetimize son verdik, dost görmek ikimize de çok iyi geldi;, ve geliyor. Terasımızda bol bol sohbet ettik, başka teraslarda, çeşitli ulaşım araçlarında, kapı önlerinde, güzel sahillerde ve şu an bir süreliğine başka bir evde sohbete devam ediyoruz. :)







Komşularımızın fotoğrafları: Erol Özlav

Ubud'da yaşarken, hafta sonları Padang Bai, Lembongan,Pemuteran gibi yerlere gittik.  IDEP  ve Green School ziyaretleri de paylaşmak istediğim diğer yerlerden..



Bu mistik şehirdeki herkese, her şeye çok  selam olsun...





12 Ekim 2012 Cuma

Bali ile tanışmamız :)


Tanrıların adası veya balayı adası olarak bilinen Bali'ye bizim de yolumuz düştü. Her zaman merak ettiğim bu adada uzun bir süre geçirmek değişik bir histi. Yaklaşık iki aydan fazla kaldığımız Bali için söylenecek çok söz var aslında.. Ama bugünlerde yine çok sık yer değiştirdiğimiz için, internet ulaşımımız da kısıtlı ve pek kafamı toplayamıyorum. O yüzden yine gevezelik edip, Bali için birden çok yazı yazacağım sanırım.


Bali, hem görsel hem hissel olarak Endonezya'dan fazla bağımsız bir yermiş gibi. Gerçi delirmiş bir trafik, daracık yollar, ısrarcı satıcılar, ve turistik tesisler dışında kalan tüm tuvaletler sayesinde hala Endonezya'da olduğunuz gerçeğini hatırlar gibi oluyorsunuz. :)

Özellikle sakin ve az otelli olur diye bu adadaki ilk durağımız Lovina'da, çöpten bir sahile gözümüzü açtığımızda Endonezya'nın çöpü, plastik şişe akını gibi daha önce bu ülke için yazdığım tüm halleri, pahalı bir otelde kalmıyorsanız, burada da kesin olarak göreceksinizdir. Ama ekolojik havaalanı masalları, para verdikçe aydınlandığını sanan zenginleri, inanılmaz yerel ritüeller, gamelan ve diğer müzikleri ve binbir değişik yüzü ile Bali'de, hala her anlamda diğer Endonezya köşelerine kıyasla çok fazla  insan ve bitki çeşitliliği bekliyor olacaktır sizi:)



Bali'nin yeşil aydınları, organik insanlar..

Dediğim gibi Bali üstüne yazılacak çok şey var. Bizim bu diyarlara gelmemizin en büyük nedeni, bu adada kendimizi geliştirmek istediğimiz alanlarda çalışılacak çok yer olmasıydı. Daha önceki yazışmalarımızda gönüllüye çok ihtiyacı olduğunu yazan yerler, biz Bali'ye varınca bize konaklama sağlayamayacaklarını yazdılar, kimi de çok fazla para istedi gönüllü çalışmak için. Hem maddi anlamda çok sıkışıktık, hem de vizemizin sonuna yaklaşıyorduk. Çalışacak bir yer bulana kadar, bu yeşil enerji alanında neler gördük neler.. Bir rüzgar tribünü yapılarak ekolojik hale getirilen havaalanı projelerinden organik liman projelerine, sevgi ile permakültür uygulayan, ama sevgi ile uyguladıkları için çok fazla para isteyen say say bitiremeyeceğim, konu ile ilgili çok fazla iç sıkıntısı yaratan binbir saçmalık gördük ve bu yeşil enerji kelimelerini kullanmamaya niyetlendik diyebilirim..


Malesef bir rüzgar tribünü ile ekolojik, bir gri su sistemi ile permakültür olmuyor. Bulunduğu yere bütüncül bir yaklaşım getirmediği sürece, bana hiç etik gelmeyen paylaşımsız yaklaşımları ile bir kez daha kendimiz ve insan ilişkileri üzerine bol bol düşünmemize vesile oldu Bali. Şehirli ve zengin Avrupalılara bakınca, aslında iyi niyetli olunsa da, gördüğüm kadarıyla yerel halkı batılılaştırma çabası, gelişmekte olan ülkelere gelişim adı altında yapılan havaalanları, limanlar, büyük ev ve çok araba arzusu ile, genç nesil her yerde Amerikan yaşam tarzı bir hayat istiyor; bu mümkün bile olsa, dünyanın bunu kaldıramayacağı kesin. Çevresel olarak turizm ve kaynak kullanımı açısından çok fazla sorun ile tanıştık, ama yanında çalıştığımız Bali köylüsü sayesinde, pratik çözüm yöntemleri de öğrendik.

Bali ucuz mu? :)

Bali için çok ucuz diye okuyordum hep, eğer Türk lirası ile kıyaslarsanız evet ucuz çok. Türkiye'de yapacağınız birçok tatilden çok daha ucuza getirmek mümkün. Ülkemizde çadırda kalmanın bedeli bile yaklaşık 50 TL olduğuna göre, buralar çok fazla ucuz tabi ki. Ama bu hesap, gezginseniz hiç tutmuyor, dolaysıyla uzun süre yoldaysanız hiç kıyaslamamak lazım kendi para biriminiz ile. Yıne de Bali bize Endonezya'nın bir çok yerine göre oldukça pahalı geldi. Sumatra'da 40.000 rupi ile başladığımız konaklama ücretlerine kıyasla, Bali'de 100.000-150.000 rupi'den aşağı mekan bulmak imkansız. Eğer iki ay gibi bir süre çalışıyor olmasaydık, bizi fazlası ile aşardı Bali.


Hayalimdeki Bali ile gerçek Bali farkı..

Her yer gibi Bali de öyle dergilerde, reklamlarda gördüğünüz gibi bir yer değil. Bir çok yer gibi, bu adaya varmak için de epey geç kalmışız. Çook uzun zamandır her tür gezginin, ülkesinde değil ama bu adada zengin olanın, hayatını değiştirmek isteyenlerin, ruhani arayışlar ile gelenlerin, balayı için gelenlerin ayak izleri ile genişleye genişleye epey değişmiş, değişmeye de devam ediyor. Bali, her anlamda çok sömürülmüş ama hala çok enteresan bir ada. 

 İki ay geçirdiğimiz bu adanın bir çok farklı yüzünü gördük;  ne denizi,  ne de başka reklam sahneleri ile kafamda hayal ettiğim Bali'yi bulamadım, ama Ubud'da banyan ağaçlarının çevresine inşa edilmiş binlerce tapınak ve içlerindeki binbir acayip ritüel ile, yosunlaşmış dar duvarlı yollar, nefis çiçekler, tütsü kokuları ve su tanrıçası Dewi Danu'nun bereketi ile hem coğrafyası, iklimi ve ekolojisi hem de dinsel nedenlerden dolayı bizi çok şaşırttı bu ada. Denizde ilk bakışta içinizden yüzmek gelmese de, şnorkel ile suya girdiğinizde tanışacağınız canlı çeşitliliği de inanılmaz, gerçekten.

Sonuç olarak kendimize çalışacak bir yer bulmak hiç kolay olmadı. Ama  Ubud'da kendisinden çok şey öğrendiğimiz bir Bali köylüsü ile çalışma fırsatı bulduk (uzun uzun anlatacağım öğrendiklerimizi), vakit buldukça da gezdik. Endonezya vizemizi binbir yöntemle sündüre sündüre toplam dört ay kadar kalmış olduk bu ülkede böylece. Son iki haftamızda çok sevdiğimiz bir arkadaşımız da bize eklendi, keyifli ve her anlamda yoğun zamanlar geçirdik. 

Anlatmak istediğim o kadar fazla şey var ki, şimdilik bunlar çıktı içimden.