3 Temmuz 2012 Salı

Endonezya'da Olmak

  Endonezya.. İsmini söylemesi bile güzel ama kendisi hakkında yazı yazmak ve yorum yapmak çok kolay olmayacak sanırım.. Yaklaşık bir aydır Endonezya'dayız ve bu sürenin neredeyse 50 saatine yakın bir kısmı yolda geçti, geçiyor. An itibari ile Jakarta'dan Jogjakarta'ya gidecek trenimizi beklemek üzere sabahlar iken, giriş yapayım bari dedim.. Şu anda saat 02.00, ve tüm şehir uyumadan Avrupa futbol finalini izliyor..

 Endonezya'ya Giriş




   Singapur'un katı kuralları ve temiz hallerinden bot ile süzelerek 45 dakikada Batam'a geçtik.. Kıyıya varmamız ile bizi karşılayan çöp yığınları ve kuralsızlıklarla beraber her şeyin mümkün olduğu Endonezya'daydık. Girişten kolayca bir aylık vize aldık (25 USD) ve  yerel halkın bağırış, çağırış ısrarları içinde kendimize kalacak yer bulduk. Eğer ülkeye uçak ile giriş yapacak iseniz, dönüş biletiniz olmadan sizi ülkeye sokmuyorlar. Biz ne kadar kalacağımızı ve Endonezya sonrası nereye gideceğimizi kestiremiyor olduğumuzdan, bot ile giriş yaptık ve kapıdan bir aylık vize alabildik. Halbuki elçiliğe gitseymişiz doğrudan iki aylık vize alabilirmişiz. Bu dev adalar ülkesi (17 bin ada :) o kadar büyük ve görülmek istenen yerler o kadar sonsuz ki, ne kadar çok vize alabilirseniz o kadar iyi, çünkü kolay kolay bitmeyecek bir ülke sanki. Ayrıca 'visa run' yapmak da öyle Tayland'daki gibi kolay değil (yakında gidilebilecek başka ülke yok çünkü)..

 Batam Adası

 Batam sevimsiz bir yer. Singapur'un pahalılığından ve yasaklarından kaçan çoğu kişi, uyuşturucu, kadın, tütün ve sigara için hafta sonları buraya geliyor. Tüm petrol şirketlerinin gemileri de buradan geçtiğinden, ortalık zengin, yaşlı pis beyaz erkek ve genç güzel Endonezyalı kadınlar ile dolu.. Her şeyin ortada olduğu, her tür para, zevk ve  pisliğin döndüğü bir yer.. Biz kendimize bir oda bulup yerleşip, klasik ucuz yemek peşinde bir yerlerde atıştırırken, uzun zamandır Endonezya'da yaşayan 24 yaşındaki İngiliz Adam ile tanıştık. Akşamı Adam ile sokak ve bar köşelerinde yol hikayelerimizi paylaşarak, Endonezya hakkında ilginç bilgiler öğrenerek geçirdik. Oturduğumuz her köşede etrafımızı saran telekızlar Emre ve Adam ile tek tek tanışıp, şanslarını denediler. Sonradan öğrendim ki Endonezya'da evli bir erkek olsanız bile her kadın etrafınızı sarıyor, yanınızdaki kadını eşim değil de sevgilim diye tanıştırırsanız yanaşmıyorlar. Sebebini öğrenemedim, evlilik aşkı öldürür kafası mıdır, nedir, bilemiyorum. Gecenin sonunda bira içip telekızlar ile dolu olan bir barın önünde Emre ile Adam satranç oynarken (Türkiye'de tavla neyse Endonezya'da satranç o), ben de muhtemelen barda çalışan bu kadınların çocukları olduğunu tahmin ettiğim bir sürü güzel ama fakir ufaklık ile ilgilendim ya da onlar benimle ilgilendi. :)





Sumatra yolları
Söylemesi en az Endonezya keyifli bir kelime Sumatra.. 



Ertesi sabah 7 gibi erkenden limana gittik tekrar. Gider gitmez paralize ettiler bizi, herkes avazı çıktığı kadar bağırıp ''Hey misteeeeeeeer, hellooo'' şeklinde bağırış çağrışlar içinde bir şeyler satmaya çalışıyordu. Türk olduğumuzu öğrenince bol bol 'Aleyküm Selam' ile, bota bindiğimizde de ülkeye ayak basmış ilk beyaz insan bizmişiz gibi, herkes bize bakıp gülüyordu. Ve tek beyazlar bizdik botta. Meraklı bakışlar, bol çocuk, sıcak, ve anormal yüksek sesli Hollywood filmleri ve tabi ki karaoke fenalıkları içinde 6 saat sonunda Buton'a vardık. İner inmez çok acelemiz varmış gibi, yine bağrış çağrış ve ısrarlar içinde su bile içemeden minik bir minibüse bindirildik. Ve 6 saat süren yolda yeni bir dünyaya geldiğimiz belli oldu. Yollar o kadar kötü ki, 200 km'lik bir yolu 6 saatte ancak gidebiliyorsun. Yine tek beyaz bizdik, 10 kişilik minibüste 15 kişi vardı. Herkes sigara içiyor ve her kadının kucağında en az 2 çocuk var. Singapur'dan sonra bu kadar karambol yorsa da, etraf çok renkliydi.  Açık pencerelerden ağzımıza yüzümüze toz, toprak ve bol bol yanık plastik tadı ile giderken inanılmaz yağmur yağmaya başladı.. Mis gibi oldu etraf. Ve gün muhteşem renkler ile battı. 
Sonunda Pekanbaru'ya vardık.. Çok acayipti, otobüsten iner inmez herkes etrafımızı sardı, hepsinin hayatlarında gördüğü ilk beyaz bizdik sanırım. Çekiştirmeler, pazarlıklar, sıcak, yorgunluk sonunda Parapat'a giden otobüse bilet aldık ve bir saat sonra kalkacak olan otobüs, 15 dk içinde geldi tabi ki. Ve böylece 16 saate yakın süren, daha çok çocuklu, daha kalabalık, ve daha da çok aralıksız sigara içilen yeni bir araçtaydık. Durduğumuz yerlerin kopukluğunu, pisliğini anlatamam. Yine de herkes gülümsüyordu.. Sonunda sabah Parapat'a vardık, oradaki ısrar kıyamet ve hostel reklamları terörü içinde 1 saat geçirdikten sonra Parapat'tan 45 dk'lık bot yolculuğu ile Lake Toba'ya, Samosir adasındaki Tuk Tuk kasabasına vardık.. Ve böylece 30 saatimiz yolda geçmiş oldu. Türkiye büyük bir ülke mi, kaç tane adası var, soruları ile gülümsedik yolda sık sık..




Biz hem daha çevre dostu ve ucuz olsun, hem de daha çok yerel insan görelim diye kara yolunu tercih etmiştik. Ama sonuçta neredeyse Medan - Lake Toba arası uçak bileti kadar yol parası verdik ve gerçekten biraz yordulduk. Ama iyi ki böyle yapmışız, yol çarpması ve paralize olma hallerinden fotoğraf çekmemiş olsam da, zihnimde çok ilginç, bazen üzücü ama bambaşka görüntüler kaldı..

Sumatra'daydık işte, hayatım boyunca Endonezya'yı hep merak etmişimdir ama hiç gerçekten bu diyarlara varabileceğimi düşünmemiştim.. Emre ile birbirimize sürekli 'Endonezya'dayız oğlum, vay beeee', diyoruz. :) Sumatra  Endonezya'nın üvey çocuğu gibi, bu diyarlarda zorlanıp zaman zaman çok üzülseniz de, kendinizi özgür, turist akımlarından uzak ve ayrı bir gezegende gibi hissediyorsunuz. Ve her şeyi ile çook güçlü bir yer sanki. :) Bu ülke Hindistan giriş kursu gibiymiş bir nevi. Hindistan için dinlediğim her tür zorluğu deneyimliyoruz; zor ama çok başka bir diyarmış burası.. Ve tüm pislik, fakirlik ve zorlukları ile beraber doğası ve her şeyin mümkün olması insanı kandırıyor daha çok kalmak için..





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder