29 Mayıs 2012 Salı

Kuala Lumpur

11 Mayıs günü, uzun zaman sonra yeniden büyük bir şehre varmış olduk. Ucuz olduğu için önce Çin mahallesine gittik, otobüsten iner inmez bir pansiyon sahibi bizi yakalayıp kendi mekanına götürdü ve gecesi 40 RM'den, vasat bir odada bir kaç gün geçirdikten sonra, yatak böceklerinin bir kabusa dönüşmesi sonucu Bukit Bintang bölgesinde günlük 60 RM bayılarak daha düzgün bir odaya yerleştik. 

Birçok şehirde olduğu gibi, burada da Çin mahallesi şehrin eski yerleşim yeri. Sömürge döneminden kalma eski binalar, tapınaklar, daracık ve kalabalık sokaklar, ucuz kıyafet, ucuz yemek, saat, ayakkabı gibi pazar mallarını bol bol bulabileceğiniz bir bölge. Mahallenin en ünlü kısmı da üzeri kapalı bir pazar yeri olan Petaling sokağı.



Şehrin eski merkezi olan Çin mahallesinden görüntü

Çiftlik ve orman deneyimlerinden sonra bir kaç gün düzgün bir yerlerde dinlenmek iyi oluyor. Aslında sadece üç beş gün kalmayı planlıyorduk bu büyük şehirde, ama bir çiftlikten haber bekledikçe bekledik ve neredeyse on günü buldu Kuala Lumpur maceramız. Couch Surfing'den kalacak yer ayarlamamız büyük kerizlik oldu ve böylece KL bize çok pahalıya patladı. İstanbul gibi her büyük şehir, ayak bastı parası alıp, insanı soyuyor, ama yine de güzel zaman geçirdik bu büyük ve kalabalık şehirde. İlk 5 gün deli gibi gezdik, sonra bütçemizi toparlamak için odada oturup bol bol film izledik, internet işlerimizi hallettik.

Her büyük şehrin olmazsa olmazı, ama bol yağmurlu güneydoğu Asya ülkelerine özellikle has olan yerdeki kimliği belirsiz sıvılar, yukarıdan akan kaynağı belirsiz sular, lağım ile karışık ağır balık sosu kokuları, çeşitli görüntüde dilenciler, tezgahlarda satılan acayip acayip meyvalar, turistlerden para koparmaya çalışan ısrarcı satıcılar burada da bol bol gösteriyorlar kendilerini. Ama tüm bunların yanında, birbirine sürekli gülümseyen, sinirleri alınmış gibi dolaşan köri kokulu insanlar..



Meyvelerin kralı olarak bilinen Durian. Kokusu o kadar kötü ki, otellere sokmak bile yasak. Ama bir kere tadınca, bir daha vazgeçemezsiniz diyorlar. Wikipedia'da bulduğumuz bazı tanımlar:
"tuvalette tatlı böğürtlen yemek gibi bir şey.."
"kokusu, domuz boku, terebentin, soğan ve terli çorap karışımı olarak anlatılabilir.."

Kuala Lumpur, hayatımda gördüğüm en yeşil gökdelenli şehir. Bir yandan beton yığını, diğer yandan yemyeşil parkları ve şehrin içinde kalan bilge ağaçları ile gerçekten ilginç bir yer.. Eski ve yeni mimari yapıların iç içe, kısacası her şeyin olduğu bir şehir. (Şehir merkezinden ses kaydı örneği için Duyduklarım bölümüne bakabilirsiniz.)








İnternet ortamlarında hiç olmadığı için, bir tane de biz ekleyelim dedik Petronas kulelerinden. :)




Kuala Lumpur'un parklarında kitap okumak ve şehrin kalabalığından kaçmak keyifli çok.


Malezya'daki harika Çin refloksoloji terapilerinin yanı sıra, parklarda kendi kendinize refleksoloji yapabilmeniz için taşlı alanlar var.  Bir kaç dakika bu taşlar üstünde yürümeye çalışırken tüm refleks noktalarınızı uyarılıyor ve mis gibi çalışıyor.

Malezya şimdiye kadar gördüğümüz kadarı ile çok organize ve seyahat etmesi rahat bir ülke. Şeriat ile yönetiliyor olmasına rağmen, bizim ülkemizdeki durum ve hallere bakılınca burası din, düşünce ve kıyafet özgürlükleri açısından çok daha toleranslı. Akşam üstü okul çıkışlarında yan yana yürüyen kafası örtülü Malezya kızları, mini etekli Çinliler, ve rengarek Hint kıyafetleri ile Hintlileri bir arada görmek, ve okullarda da kıyafet özgürlüğünün olması hoşumuza gitti. Bizim ülkemizde her an deneyimlediğimiz toleransızlıklara kıyasla, takkeli, sakallı koyu bir Müslüman ile, tutucu kesim için fazla açık giyinmiş modern kıyafetli bir Çinli'nin yan yana oturup birbirlerine gülümsüyor olabilmeleri şaşırtıyor. Aynı mahalle içinde üç dinin ibadethanelerinin olması da görsel ve işitsel olarak zenginlik katıyor şehre.


Masjid Jamek


Sri Maha Mariamman; Malezya'daki en eski Hindu Tapınağı


Çin Tapınağı

Batu Mağarası

Bu büyük şehirde görülmeye değer en güzel ibadet yerleriden biri Batu Cave. Şehir merkezinden (13 km.) metro ile ulaşmak oldukça rahat. Kocaman bir mağranın içinde olan bu tapınağın ziyaretçileri çok.



Hint tapınaklarının en sevdiğim yanlarından biri, her canlının tapınakta yeri olması; ibadet etmelerinin yanı sıra sosyalleşilip, eğleniliyor da olması. Tapınağın içinde bir ritüelin başlamasını beklerken yerde yatan kadın, erkek, çoluk çocuk görüntüleri dışında, maymunlar ve kuşlar da ortama oldukça renk katıyorlar. 





Şehrin çoğunlukla florasan renkli, çok nemli ve basık olan havasından kaçmak için Batu Cave iyi bir seçim. Biz de bu serin mağara içindeki küçük tapınaklarda bol bol gözlem yaptık ve rahat nefes aldık. Ayrıca Emre ses kayıtları yaptı. 

Batu Mağarası'nda,  müzisyenlerin performansından kısa bir örnek. Diğer Hindu tapınaklarında gördüğümüz gibi burada da dua vakti müzik var. 



Çıkışta mekanın karşısındaki küçük Hint lokantalarından birinde hayatımızda karşılaştığımız en iyi Masala çayını içtik.

Park ve tapınaklar dışında Kuala Lumpur'un müzeleri de oldukça öğretici ve çok organize. National Museum ve Hand Crafts müzelerinden el işçiliği, yerel müzik enstrumanları ve ülkenin tarihi hakkında merak ettiğimiz bir çok soruya yanıt bulduk. Müzecilik konusunda da bizim ülkeye kıyasla çok daha gelişmiş olduklarını söyleyebiliriz.


National Museum

Sinemaya gitme özlemimizi de giderdik bu şehirde. Tim Burton'ın son filmini izlemeye gittik ve yine donduk. Ben anlamıyorum; soğuk bir ülkeye tatile bile gitmeye korkan bu uzakdoğulu insanların bu kdar klima düşkünü olmalarını. Kendileri sinema ve otobüslerde t-shirt ile oturuyorlar iken, biz kazak giyecek kadar üşüyoruz genelde. 

Tüm bu şehir özlemlerimizi doyurmamıza ek olarak bir de sıkıcı alışveriş merkezlerinin birinde karşılaştığımız Kinokuniya adlı inanılmaz kitapçıdan bahsetmem lazım. Bir fena olduk vallahi, ne ararsanız var. Özellikle gezi kitapları, ekoloji, organik tarım ve yoga kitapları inanılmaz. Ayrıca herhalde dünyada var olan tüm senfonilerin ve daha pek çok eserin notaları bile satılıyor. Elimiz kolumuz kitap ile dolduktan bir müddet sonra kendimize geldik ve ikimizde birer kitap ile yetinip zor attık kendimizi kitapçıdan. Onun dışında, alışveriş merkezi kafası her yerde aynı; mağzalar ve markalar bile aynı, sadece bazı şeyler daha ucuz burada.

Böyle aktivitelerden sonra paralar suyunu çekti, biz de geri kalan zamanımızı odada film izleyerek ya da bol bol yürüyerek geçirdik. Kaldığımız pansiyonun karşısındaki Hint lokantasının çok ucuza fena olmayan yemekler sunması da iyi oldu. Özellikle sabahları masala ve roti (bildiğimiz gözleme) kombinasyonunu iki kişi 3 TL'ye halledebiliyor olmak şahane oldu. 

Bu koca şehirde uzun zaman geçirmemizin esas sebebi, bir saat mesafedeki bir mekandan yurtdışı yolculuğumuz boyunca ilk kez konaklama ve yemek karşılığı (ayrıca para ödemeden) çalışmak konusunda anlaşabilmemizdi. Onların bizi çağırdığı tarihi beklerken, şehirden uzak bir yerlere gitmek saçma olur diye kaldıkça kaldık. Bu sırada şehir bahçeciliği yapan bir permakültür ekibi bulduk, ama şansımıza tam bizim olduğumuz günlerde bir PDC kursu düzenliyorlardı ve çok yoğun olduklarından yüzyüze tanışma fırsatı bulamadık. Güzel işler yapıyorlar, bakmak isterseniz:. http://eatsshootsandroots.org

Kuala Lumpur'da, iki yıldır yollarda olan gezgin Kemal ile tanışma fırsatımız oldu. (Kemal'in yol hikayeleri için http://yoldaolmak.com/) Birlikte yemek yedikten sonra, KL'deki Mado'da  Türk kahvesi ve baklava keyfi yaptık, Mustafa Sandal dinlemek zorunda kalsak da baklava olayı süper oldu. Onunla buluşmak ve sohbet etmek ikimize de çok iyi geldi.  Kendisinden bol bol cesaret aldık, keyifli anılar dinledik ve gitmek istediğimiz yerler için güzel tavsiyeler edindik. Ayrıca sağolsun bu blog yazma konusunda da çok motive etti bizi. Bir kaç yazımı da sitesinde yayınlamak istedi, ben de çok sevindim. Blog için yazı yazarken, sanki işsiz güçsüz değilmişim gibi hissediyorum, iyi oluyor; birilerinin okuyor ve beğeniyor olması da çok eğlenceli. Hep yazar olmak istemişimdir, atmasyon yazarlık da olsa iyidir işte, kendimi iyi hissettiren bir durum. :)



Kemal Kaya

Kuala Lumpur'un bize maddi anlamda verdiği daralları, gerekirse çiftlikte bir ay çalışarak  tolere edeceğimize güveniyorduk ki, gideceğimiz sabah 'gönüllüye ihtiyacımız yok, ücretli konuk olmak isterseniz gelin', gibi bir cevap geldi. Çadırda kalmanın bile pahalı olduğu bu mekanın bizi son dakika ekmiş olmasına çook fazla bozulduk. Kendimize de onlara güvenip bütçemizi aşmış olmamıza kızdık. (Bir aylık bütçemizin yarısından fazlasını - 700 TL gibi bir ortalama ile - 10 günde KL'ye bırakmış olduk.) Ve kendilerine söylene söylene Meleka'ya kaçtık.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder