30 Mayıs 2012 Çarşamba

KL Kuş Parkı



Malezya'nın her şehrinde, kelebek ve kuş parkları en popüler turist aktiviteleri arasında. Biz de, Kuala Lumpur'un şehir merkezine 15 dakika mesafede, yaklaşık 80 dönümlük bir arazi üstünde 3000'den fazla türe ev sahipliği yapan kuş parkına gittik. O kadar güzel ki kuşlar, daha çok fotoğraf paylaşabilmek için yeni başlık açmak istedik.
Parkın tepesi dev ağlar ile örtülmüş, kuşlar yarı özgür ve uçabiliyorlar.



Ama kimi yırtıcı kuşlar büyük kafesler içine kapatılmış. Bir yandan çok keyifli bir park, diğer yandan doğalarına müdahhale edildiği için üzücü. Fakat uzakdoğu Asya'da kuş yuvalarının bile yendiğini, neredeyse her evin önünde minicik bir kafeste harika bir tropikal kuşun hapsolduğu ve kuşların çok sık avlandığını bildiğimizden, belki bazı kuşlar için bu park daha güvenli ve rahattır diye düşünmek istedik.


Foto: EROL OZLAV

Kuş Parkının giriş ücreti hiç ucuz sayılmaz; kişi başı 50 RM. Eğer parkın girişindeki kafede oturmak isterseniz, giriş ücreti vermeden, zıplaya zıplaya yanınıza gelip, tabağınızdan patates kızartması gibi doğaları ile alakası olmayan şeyler atıştıran muhteşem Hornbill'leri ve bir çok kuş türünü görebilirsiniz. 







Cafe'den



Koh Ra'da tanışma fırsatı bulduğumuz bu güzel Hornbill adlı kuş türü gerçekten animasyon karakteri gibi, zıplaya zıplaya geziniyor bazen. Sesleri de çok komik. :)



Daha çok küçük çocukların ve ailelerin gözdesi olan bu parkta biz de çocuk gibi çok eğlendik kuşları gözlemleyerek. 








Bu kadar tür çeşitliliği içinde, çok sık görülen kuşların yanı sıra, arada ağaç dallarının arasına saklanmış rengarek inanılmaz kuşlar görmek de mümkün.

Sanırım biz bu Asya ülkerinde kuş bağımlısı insanlar olduk. Yol fotoğraflarımızın çoğu kuş resimleri ve kuş sesi kayıtlarından oluşuyor. Bu parkta da seslerini dinlediğimiz bir çok kuşun kendisini görme fırsatımız oldu. Özellikle papağan ve tavus kuşları güldürdüler bizi çok.

  Kuala Lumpur Kuş Parkı; Papağanlar by morminor




 FOTO: EROL OZLAV




Kısacası parkta yine doğa ve insan ilişkileri üstüne içimizde tartışmalar yaşasak da, bir sürü muhteşem türü yakından görmek ve parkın büyüklüğü sayesinde zaman zaman onlarla yalnız bir orman içindeymişiz gibi hissetmek güzeldi çok. Ayrıca Emre için de iyi oldu, fonda araba sesi, insan gürültüsü ve delirmiş elektronik sesli cırcır vızıltısı olmadan kayıt yaptı biraz.



FOTO: EROL OZLAV




29 Mayıs 2012 Salı

Kuala Lumpur

11 Mayıs günü, uzun zaman sonra yeniden büyük bir şehre varmış olduk. Ucuz olduğu için önce Çin mahallesine gittik, otobüsten iner inmez bir pansiyon sahibi bizi yakalayıp kendi mekanına götürdü ve gecesi 40 RM'den, vasat bir odada bir kaç gün geçirdikten sonra, yatak böceklerinin bir kabusa dönüşmesi sonucu Bukit Bintang bölgesinde günlük 60 RM bayılarak daha düzgün bir odaya yerleştik. 

Birçok şehirde olduğu gibi, burada da Çin mahallesi şehrin eski yerleşim yeri. Sömürge döneminden kalma eski binalar, tapınaklar, daracık ve kalabalık sokaklar, ucuz kıyafet, ucuz yemek, saat, ayakkabı gibi pazar mallarını bol bol bulabileceğiniz bir bölge. Mahallenin en ünlü kısmı da üzeri kapalı bir pazar yeri olan Petaling sokağı.



Şehrin eski merkezi olan Çin mahallesinden görüntü

Çiftlik ve orman deneyimlerinden sonra bir kaç gün düzgün bir yerlerde dinlenmek iyi oluyor. Aslında sadece üç beş gün kalmayı planlıyorduk bu büyük şehirde, ama bir çiftlikten haber bekledikçe bekledik ve neredeyse on günü buldu Kuala Lumpur maceramız. Couch Surfing'den kalacak yer ayarlamamız büyük kerizlik oldu ve böylece KL bize çok pahalıya patladı. İstanbul gibi her büyük şehir, ayak bastı parası alıp, insanı soyuyor, ama yine de güzel zaman geçirdik bu büyük ve kalabalık şehirde. İlk 5 gün deli gibi gezdik, sonra bütçemizi toparlamak için odada oturup bol bol film izledik, internet işlerimizi hallettik.

Her büyük şehrin olmazsa olmazı, ama bol yağmurlu güneydoğu Asya ülkelerine özellikle has olan yerdeki kimliği belirsiz sıvılar, yukarıdan akan kaynağı belirsiz sular, lağım ile karışık ağır balık sosu kokuları, çeşitli görüntüde dilenciler, tezgahlarda satılan acayip acayip meyvalar, turistlerden para koparmaya çalışan ısrarcı satıcılar burada da bol bol gösteriyorlar kendilerini. Ama tüm bunların yanında, birbirine sürekli gülümseyen, sinirleri alınmış gibi dolaşan köri kokulu insanlar..



Meyvelerin kralı olarak bilinen Durian. Kokusu o kadar kötü ki, otellere sokmak bile yasak. Ama bir kere tadınca, bir daha vazgeçemezsiniz diyorlar. Wikipedia'da bulduğumuz bazı tanımlar:
"tuvalette tatlı böğürtlen yemek gibi bir şey.."
"kokusu, domuz boku, terebentin, soğan ve terli çorap karışımı olarak anlatılabilir.."

Kuala Lumpur, hayatımda gördüğüm en yeşil gökdelenli şehir. Bir yandan beton yığını, diğer yandan yemyeşil parkları ve şehrin içinde kalan bilge ağaçları ile gerçekten ilginç bir yer.. Eski ve yeni mimari yapıların iç içe, kısacası her şeyin olduğu bir şehir. (Şehir merkezinden ses kaydı örneği için Duyduklarım bölümüne bakabilirsiniz.)








İnternet ortamlarında hiç olmadığı için, bir tane de biz ekleyelim dedik Petronas kulelerinden. :)




Kuala Lumpur'un parklarında kitap okumak ve şehrin kalabalığından kaçmak keyifli çok.


Malezya'daki harika Çin refloksoloji terapilerinin yanı sıra, parklarda kendi kendinize refleksoloji yapabilmeniz için taşlı alanlar var.  Bir kaç dakika bu taşlar üstünde yürümeye çalışırken tüm refleks noktalarınızı uyarılıyor ve mis gibi çalışıyor.

Malezya şimdiye kadar gördüğümüz kadarı ile çok organize ve seyahat etmesi rahat bir ülke. Şeriat ile yönetiliyor olmasına rağmen, bizim ülkemizdeki durum ve hallere bakılınca burası din, düşünce ve kıyafet özgürlükleri açısından çok daha toleranslı. Akşam üstü okul çıkışlarında yan yana yürüyen kafası örtülü Malezya kızları, mini etekli Çinliler, ve rengarek Hint kıyafetleri ile Hintlileri bir arada görmek, ve okullarda da kıyafet özgürlüğünün olması hoşumuza gitti. Bizim ülkemizde her an deneyimlediğimiz toleransızlıklara kıyasla, takkeli, sakallı koyu bir Müslüman ile, tutucu kesim için fazla açık giyinmiş modern kıyafetli bir Çinli'nin yan yana oturup birbirlerine gülümsüyor olabilmeleri şaşırtıyor. Aynı mahalle içinde üç dinin ibadethanelerinin olması da görsel ve işitsel olarak zenginlik katıyor şehre.


Masjid Jamek


Sri Maha Mariamman; Malezya'daki en eski Hindu Tapınağı


Çin Tapınağı

Batu Mağarası

Bu büyük şehirde görülmeye değer en güzel ibadet yerleriden biri Batu Cave. Şehir merkezinden (13 km.) metro ile ulaşmak oldukça rahat. Kocaman bir mağranın içinde olan bu tapınağın ziyaretçileri çok.



Hint tapınaklarının en sevdiğim yanlarından biri, her canlının tapınakta yeri olması; ibadet etmelerinin yanı sıra sosyalleşilip, eğleniliyor da olması. Tapınağın içinde bir ritüelin başlamasını beklerken yerde yatan kadın, erkek, çoluk çocuk görüntüleri dışında, maymunlar ve kuşlar da ortama oldukça renk katıyorlar. 





Şehrin çoğunlukla florasan renkli, çok nemli ve basık olan havasından kaçmak için Batu Cave iyi bir seçim. Biz de bu serin mağara içindeki küçük tapınaklarda bol bol gözlem yaptık ve rahat nefes aldık. Ayrıca Emre ses kayıtları yaptı. 

Batu Mağarası'nda,  müzisyenlerin performansından kısa bir örnek. Diğer Hindu tapınaklarında gördüğümüz gibi burada da dua vakti müzik var. 



Çıkışta mekanın karşısındaki küçük Hint lokantalarından birinde hayatımızda karşılaştığımız en iyi Masala çayını içtik.

Park ve tapınaklar dışında Kuala Lumpur'un müzeleri de oldukça öğretici ve çok organize. National Museum ve Hand Crafts müzelerinden el işçiliği, yerel müzik enstrumanları ve ülkenin tarihi hakkında merak ettiğimiz bir çok soruya yanıt bulduk. Müzecilik konusunda da bizim ülkeye kıyasla çok daha gelişmiş olduklarını söyleyebiliriz.


National Museum

Sinemaya gitme özlemimizi de giderdik bu şehirde. Tim Burton'ın son filmini izlemeye gittik ve yine donduk. Ben anlamıyorum; soğuk bir ülkeye tatile bile gitmeye korkan bu uzakdoğulu insanların bu kdar klima düşkünü olmalarını. Kendileri sinema ve otobüslerde t-shirt ile oturuyorlar iken, biz kazak giyecek kadar üşüyoruz genelde. 

Tüm bu şehir özlemlerimizi doyurmamıza ek olarak bir de sıkıcı alışveriş merkezlerinin birinde karşılaştığımız Kinokuniya adlı inanılmaz kitapçıdan bahsetmem lazım. Bir fena olduk vallahi, ne ararsanız var. Özellikle gezi kitapları, ekoloji, organik tarım ve yoga kitapları inanılmaz. Ayrıca herhalde dünyada var olan tüm senfonilerin ve daha pek çok eserin notaları bile satılıyor. Elimiz kolumuz kitap ile dolduktan bir müddet sonra kendimize geldik ve ikimizde birer kitap ile yetinip zor attık kendimizi kitapçıdan. Onun dışında, alışveriş merkezi kafası her yerde aynı; mağzalar ve markalar bile aynı, sadece bazı şeyler daha ucuz burada.

Böyle aktivitelerden sonra paralar suyunu çekti, biz de geri kalan zamanımızı odada film izleyerek ya da bol bol yürüyerek geçirdik. Kaldığımız pansiyonun karşısındaki Hint lokantasının çok ucuza fena olmayan yemekler sunması da iyi oldu. Özellikle sabahları masala ve roti (bildiğimiz gözleme) kombinasyonunu iki kişi 3 TL'ye halledebiliyor olmak şahane oldu. 

Bu koca şehirde uzun zaman geçirmemizin esas sebebi, bir saat mesafedeki bir mekandan yurtdışı yolculuğumuz boyunca ilk kez konaklama ve yemek karşılığı (ayrıca para ödemeden) çalışmak konusunda anlaşabilmemizdi. Onların bizi çağırdığı tarihi beklerken, şehirden uzak bir yerlere gitmek saçma olur diye kaldıkça kaldık. Bu sırada şehir bahçeciliği yapan bir permakültür ekibi bulduk, ama şansımıza tam bizim olduğumuz günlerde bir PDC kursu düzenliyorlardı ve çok yoğun olduklarından yüzyüze tanışma fırsatı bulamadık. Güzel işler yapıyorlar, bakmak isterseniz:. http://eatsshootsandroots.org

Kuala Lumpur'da, iki yıldır yollarda olan gezgin Kemal ile tanışma fırsatımız oldu. (Kemal'in yol hikayeleri için http://yoldaolmak.com/) Birlikte yemek yedikten sonra, KL'deki Mado'da  Türk kahvesi ve baklava keyfi yaptık, Mustafa Sandal dinlemek zorunda kalsak da baklava olayı süper oldu. Onunla buluşmak ve sohbet etmek ikimize de çok iyi geldi.  Kendisinden bol bol cesaret aldık, keyifli anılar dinledik ve gitmek istediğimiz yerler için güzel tavsiyeler edindik. Ayrıca sağolsun bu blog yazma konusunda da çok motive etti bizi. Bir kaç yazımı da sitesinde yayınlamak istedi, ben de çok sevindim. Blog için yazı yazarken, sanki işsiz güçsüz değilmişim gibi hissediyorum, iyi oluyor; birilerinin okuyor ve beğeniyor olması da çok eğlenceli. Hep yazar olmak istemişimdir, atmasyon yazarlık da olsa iyidir işte, kendimi iyi hissettiren bir durum. :)



Kemal Kaya

Kuala Lumpur'un bize maddi anlamda verdiği daralları, gerekirse çiftlikte bir ay çalışarak  tolere edeceğimize güveniyorduk ki, gideceğimiz sabah 'gönüllüye ihtiyacımız yok, ücretli konuk olmak isterseniz gelin', gibi bir cevap geldi. Çadırda kalmanın bile pahalı olduğu bu mekanın bizi son dakika ekmiş olmasına çook fazla bozulduk. Kendimize de onlara güvenip bütçemizi aşmış olmamıza kızdık. (Bir aylık bütçemizin yarısından fazlasını - 700 TL gibi bir ortalama ile - 10 günde KL'ye bırakmış olduk.) Ve kendilerine söylene söylene Meleka'ya kaçtık.







26 Mayıs 2012 Cumartesi

Taman Negara



9 Mayıs'ta çok rahatsız bir minivan yolculuğu ile Kuala Tembeling'eoradan da üç saatlik nehir yolu ile Taman Negara'ya (Kuala Tahan köyüne) vardık. Uzun nehir botları ile yağmur ormanının içinden kahverengi sulardan ilerlerken, kıyıda yanlarından geçtiğimiz küçük insan toplulukları, sudaki monitörler ve kıyıda otlayan hayvanlarla beraber kendimizi Amazon ormanları belgesel sahnesindeymişiz gibi hissettik.
Taman Negara'ya vardığımızda gün batmak üzereydi. Su üstünde yüzen tur acentaları, restoranlar arasından karaya varıp, kalacak yer bakındık. Malezya'da Tayland'ın aksine, bambu - tahta birleşimi yapılar bulmak daha zor. Taman Negara'da da kalma seçeneklerinin çoğunu beton çirkin yapılar oluşturuyor. İnat edip ucuza bungalow tarzı bir yerde kalmak için merkeze oldukça uzak bir mekan bulduk, böylece orman içinde bir bambu kulübede geceliği 25RM'den kaldık.

Ertesi sabah kahvaltıdan sonra bot ile milli parkın olduğu kıyıya geçtik. (Kıyıdan kıyıya geçmek 1 RM) Aslında Canopy Walk denilen, ormanda yüksek bir köprü üstünden, altında kalan ormana baka baka yürümek istemiştik ama şansımıza köprünün üstüne ağaç devrilmişti ve biz de kendi kendimize rehbersiz yürüyüş rotalarından birini seçerek, ormanda 8 km'lik bir yürüyüş yaptık. 
İnsan gerçekten çok arsız bir varlık, ya da ben öyleyim. İlk yağmur ormanı deneyimimizde çok büyülenmiştim. Elbette ki, kuşlar, dere, mantarlar, ağaç parazitleri gözlemlemek yine çok zevkliydi, ama baraj gölü maceramızdan sonra gözlerim ormanda gezinen vahşi filler, maymunlar, değişik tür çeşitleri görmek isteyip durdu.. Yürüdüğümüz orman çamur ve balçık içindeydi; kaya kaya, üstümüz başımız perişan olarak zar zor ilerledik. 

Ormanda yürümenin balçık dışında en zor tarafı, her yerimize yapışan sülüklerdi. Sülüklerin üzerine nikotin, tuz ya da diş macunu sürünce kendilerini bırakıyorlar ve ölüyorlar. Biz öldürmeme taraftarı olduğumuz için pek elleşmedik. Eğer kendisini sökmeye çalışırsanız  yapıştığı yer durmak bilmemecesine kanıyor. Kendi haline bırakırsanız doyunca kendisi sizle olan bağını koparıp, yoluna bakıyor. En az on gün boyunca kalp krizi geçirmemenizi de garantiye alıyorlar. (Kanınızı daha rahat emebilmek için pıhtılaşmayı önleyici bir kimyasal salgılıyorlarmış.) Fakat bizim dizimize, kolumuza yerleşmeyi tercih ettiler. Hareket ettikçe de farketmeden söküp, bol bol kanattık. Hala çok kaşınıyor ve izleri de kolay kolay geçmiyor. Kısacası balçık ve sülükler yüzünden yürümek hiç kolay olmadı. Ayrıca tüm yağmur ormanlarındaki hormon kokulu bitkiler ve anormal nem seviyesi çok yorucu oluyor. Şöyle bir hafta takılsak ormanda, nemden kesin küflenirsiniz gibi bir his oluşuyor. Rotayı tamamladığımızda perişan haldeydik.. Ama harika kuş sesleri, inanılmaz kelebekler ve korkutucu yılanlar görmek renk kattı günümüze. (Kuş seslerinden örnekler için Duyduklarım bölümüne bakabilirsiniz.) 





Taman Negara'da her yerdeki gibi bir sürü tur var. Fil yıkama ve filler ile gezi turları, gece safarisi, (bot ile gezip civarda yaşayan hayvanları gözüne spot lambası kılıklı fenerler tutmalı) Orang Asli turları (yerli kabilelere verilen ad) gibi her yerde olan aynı tarz pek çor tura katılabilirsiniz. Ben huysuz bir insan olduğumdan, öyle fil ve diğer hayvanlarla yapılan turizm eğlencelerinden hoşlanmıyorum. Yerel kabileleri görmek isterdim ama araştırdığımız kadarı ile bu turlardan edinilen gelir de tur acentalarına gidiyor. Biz gidip bir kaç fotoğraf çekerek rahatsız etmek istemedik. Ayrıca çoğu tur bizim bütçemize pahalı geliyor ve genelde en pahalı turu yapmak istiyoruz. Burada maddi sebeplerden gidemediğimiz ve içimizde kalan tek tur, bir rehber ile ormanda kamp yapılarak kalınan 9 günlük bir tur oldu..


Orman dönüşü sağlam bacak kası yapmıştık. Gidip, yüzen lokantalardan birinde ucuza yerel yemekler yiyerek odamıza döndük. Gece inanılmaz bir fırtına çıktı. Buraların gök gürlemeleri bazen ürkütücü oluyor, ama sabah da etraf mis gibiydi. Erkenden kalkıp, klima ayarları bozuk bir otobüs ile dona dona Kuala Lumpur'a gittik..




23 Mayıs 2012 Çarşamba

Cameron Highlands

  Ipoh'un anormal sıcağından kaçıp, dondurucu klimalı bir otobüs ile Cameron Higlands'e, sırt çantalı turistlerin konaklama yeri olan Tanah Rata'ya vardık. Ve hayal kırıklığına uğradık. 

Foto: Devianart by Kenlui

  Hemen hemen her gezi kitabında mutlaka görülmesi gereken yerler içinde olan Cameron Highlands'in günümüzde dönüşmüş olduğu hal, bence gerçekten çok üzücü. Bu bölge yine dünyanın en eski yağmur ormanlarından biri, ve buranın eski mimarisi, iki katlı sevimli İngiliz yapılarından oluşuyor. Ama günümüzde modernleşme adına bu ormana ve eski yapıların yanına çok katlı dev beton binalar dikilmiş. Bir de çok övündükleri, Malezya'nın en büyük sera üretimi burada; neredeyse tüm ülkeyi, hatta Singapur'u bile besliyor bu bölge. 

Foto: Devianart by: KYK

Resmen bizim Kumluca'daki gibi seracılık ile arazilerin perişan edilmesi gibi bir görüntü düşünün. Tüm bunların yanında bir de yağmur ormanı eteklerine yapılan  İngiliz eğlencesi, uçsuz bucaksız golf sahaları var. Yani gezi rehberlerinde anlatılan doğa harikasından geriye pek bir şey bırakmamaya kararlı gözüküyorlar. Yine de (aşağıda anlattığımmız çay bahçelerinde) bizi gezdiren Çin asıllı rehber arkadaş, tüm bölgenin %70'inin doğal orman olarak korunduğu, sadece %30'luk bir kısmın tarım ve yapılaşmaya açık olduğunu söyledi. 

Cameron Highlands oldukça yüksek bir rakımda olduğu için (1000-2000 m.), çok sıcak bir günün ardından geceleri neredeyse battaniye ve kazağa ihtiyaç duymak bünyeyi yoruyor. Ama akşamları Hint mekanlarında bulunan masala çayı, ya da Malezya'da her yerde bulabileceğiniz Teh Tarik adlı sıcak içeceği (aslında sütlü çay) içmek keyifli oluyor soğuk dağ havasında.

Neyse, pek beğenmediğimiz bu mekanda gezilebilecek yerleri hızla görüp, uzamaya karar verdik. Çok tatlı Çin'li bir rehber ile beraber üçümüz moss (yosun) ormanı, çay çiftlikleri, sanki toprak ölmüş gibi monokültürel hidrofonik tekniğin kullanıldığı çilek çiftlikleri ve kelebek, böcek, sürüngen parkına gittik. Ve tüm bu hoşnutsuzluklarımızın yanında, enteresan bilgiler de öğrendik.

Çay



Cameron Higlands'deki çay ağaçlarının çoğu neredeyse 100 yıllıkmış. İngilizler bu bölgenin yüksek tepelerinin her yerine ekmiş bu bitkiyi. Etraf çok güzel görünüyor tabi, yemyeşil bir halı ile örtülmüş gibi. Dünyada sadece iki çay bitkisi varmış, ben nedense çok daha fazladır sanıyordum. Siyah çay, yükseklerde çok yağış alan serin bölgelerde yetişirmiş. Aroması da (Earl Grey gibi), uzun fermantasyon işlemlerine göre değişirmiş. Çay bitkisinin, açık yeşil renkli üst yaprakları toplanırmış. 

Tam budama yapıldıktan sonra da, çay ağaçları en az 3 ay dinlendirilirmiş. Çay bitkisinin ağaç gibi büyümesine de izin verilebiliyor, ama böyle olursa az ürün verirmiş ve toplaması da daha zor. O yüzden aşağı yukarı 1 - 1.5 m. boyunda tutuluyor hep. 

İkinci çay türü de yeşil (vahşi) çay. Onun üretimi ve yetiştirilmesi ile ilgili bilgilenemedik. Cameron Highlands'deki tüm çay üretimi, toplamadan işlemeye kadar kimyasal ve sanayi tipi. Bu sayede, sırf bizim gittiğimiz çay fabrikasında günde seksen bin bardak çay çıkıyor. Fakat bize ikram ettikleri tüm çaylar, bildiğiniz kötü ve klasik poşet çaylar. 'BOH' adlı bir markaya ait. Merak ettim oradayken, acaba bizim Karadeniz'de üretim nasıl oluyor? Sanayi tipi şeklinde çalışmayan, yerel üretici var mı acaba?

Mossy (Yosunlu) Orman

Biz yine her zamanki gibi rehberle ormanın içinde kaybolacağımızı sanarken, bu orman turu gayet asfaltlı bir araba yolundan gözlem kulesine gidip, oradan manzaraya bakmaktan ibaretti. Ama rehberimiz bizim meraklı olduğumuzu görünce biraz yürüdük, bir sürü eğrelti otu, mantar, ağaç parazitleri, yosun çeşitleri ve yabani zencefiller gördük. Eskiden kabile kadınları, doğumdan sonra vücuttaki toksinler atılsın diye, yabani zencefil çiçeklerini kurutup, sıcak su ile içerlermiş.
Tabi biz ucuzca bir tura katıldık (kişi başı 20 RM=10TL), daha sonra gezgin Kemal Kaya'dan (www.yoldaolmak.com) öğrendiğimiz kadarıyla, orman içine güzel trekking turları da yapılabiliyormuş.

Çilek Çiftlikleri

Çok anlatacak bir şey yok, yan yana seralar içinde hidrofonik şekilde üretim yapılıyor. Aynı tür hakim olduğu için de, birbirinden hastalık geçmesin diye bolca kimyasal ilaca maruz bırakılıyor. Acaba doğal olarak Cameron Highlands'de yetişiyor muydu, yoksa bu da İngiliz müdahalesi ile mi üretiliyor diye merak ettim. Wikipedia'ya göre ilk bahçe çileği 18.yüzyılda, Fransızlar'ın hibrid tohumlar ile üretimi sayesinde başlamış, sonra tüm dünyaya yayılmış. Türkiye de, Amerika'dan sonra dünyanın ikinci büyük çilek üreticisiymiş.

Kelebek, Sürüngen, Böcek Çiftlikleri

Malezya'da hemen hemen her şehirde olan bu çiftliklerden birini ziyaret ettik biz de. Önce sürüngen ve böceklerin olduğu kısımdan başladık. Zavallı yılanların, çiyanların, örümceklerin ve diğer canlıların minicik kafeslerdeki perişan halleri sinirlerimi çok bozdu. Ama doğruluğundan emin olamasam da, tüm bu tarz çiftliklerde kafes içinde tutulan canlıların iki ayda bir doğaya bırakılıp, yerlerine yenilerinin alındığı ile ilgili bir bilgi edindik. Bu sırada da çoğaltılıyorlar, yani sayılarının azalmaması gözetiliyormuş. 


Kelebeklerin durumu nispeten daha iyiydi. Yaklaşık beş metre yüksekliğinde, ağaçların üstü ağ ile kaplanmış, içinde bir çok çiçek türünün de olduğu, kelebekler için tasarlanmış bu yarı hapishanedeki muhteşem kelebekleri görmek keyifliydi yine de. 

Tüm bu gezi gözlem hallerinden sonra ertesi sabah erkenden Taman Negera'ya doğru yola çıktık.