31 Aralık 2011 Cumartesi

Marmariç

 Türkiye Permakültür Enstitüsü

Ekim ortasında sonunda yolumuzu Marmariç'e düşürebildik. Uzun zamandır gitmek istiyorduk, ama yazın oranın programı yoğun olduğundan ve kendi organizasyonsuzluğumuzdan bir türlü varamamıştık.

Permakültür Enstitüsü deyince aklınıza öyle çok havalı bir yer gelmesin. Benim de giderken öyle bir beklentim yoktu. Marmariç aslında ekolojik bir komün olmak isteyen, çok eski arkadaşlıklar üstüne kurulu bir yer. Bu guruptan bazılarının uzun ve köklü komün deneyimleri olmuş. Hocamköy ve Kuzguncuk komünlerinden. Mekan,  İzmir'in Bayındır ilçesinde terk edilmiş bir köy. Marmariç ekibi araziyi aldıklarında permakültür ile tanışmıyorlarmış. Dolayısı ile sonradan Permakültür prensiplerine çevirmek zaman alıyor. Mustafa Bakır ve Erkan, Avustralya'da Permakültür ile tanışıp Bill Mollison ve Geoff Lawton'ın öğrencileri olma şansını yaratmışlar kendilerine. Orada uzun süre kalıp, çok önemli uygulamalar deneyimlemişler. Ve Türkiye'ye dönünce Marmariç'i permakültür uygulamalarına uygun bir enstitü haline getirmek istemişler. Ekipte Mete Hacaloğlu gibi Türkiye'de ekolojik yaşam adına çok önemli konulara ön ayak olmuş kişiler de var.

Marmariç de,  Türkiye'deki diğer mekanlar gibi büyüme sancıları çeken bir yer. Kiraz ağaçları, ceviz ağaçları, sebze bahçeleri, birkaç kilometre ileride de zeytinlikleri ve üzüm bağları var. Permakültür adına yağmur hendekleri, Türkiye'de gördüğümüz en kapsamlı uygulanmış yer. (Datça'daki Bostancık'ın da yağmur hendeği sistemleri epey düşünülerek ve tecrübe edilerek uygulanmış, ileride bahsedeceğim.)

Gölet

Fotoğraf çekme tembelliğim yüzünden diğer yağmur hendeklerinin arazideki dağılımlarını resmedemeyeceğim. Marmariç'te uzun süre Erkan yalnız yaşamış, sonra  Saydam, dünya tatlısı eşi Pelin, ve çocukları Leyla ile Ezel taşınmışlar. Murat ve Selen'in de evleri var. Ama onlar çocukları Tibet'in eğitimi nedeni ile sadece hafta sonları gelebiliyorlar, şimdilik. Mustafa Bakır ve Erkan dışında Hira da şu anda Marmariç'te yaşıyor. Ve Hazal ile Kayhan da  gönüllü olarak orada kalıyorlar. Aslında Kayhan gönüllü olarak gelmiş ama artık oralı da diyebiliriz.

  Saydam ve Pelin'in evi içinde kompost tuvaletleri var.

Gitmeden önce, Saydam'ın çok suratsız ama şahane bir adam olduğunu duymuştum. Gerçekten çok asık suratlı biri:) Biz oradayken kendisi iş için İstanbul'a gitti ve pek görüşemedik. İlk iki gün kendimi istenmiyor gibi hissettim. İnsanların 'günaydın' deyince cevap vermiyor olmasına çok bozuluyordum. Şansımıza Erdek'ten tanıştığımız ve çok sevdiğimiz Serkan ve Duygu da oradaydı. Hira ve Dijan'ın da orada olması bizim için iletişim ve genel akış açısından çok iyi oldu. Zamanla kişisel olarak algılamamaya başlayınca selamsızlıkları, rahat ettim:) Birbirlerini çok uzun zamandır tanıyan bir arkadaş ekibi aslında orada yaşayan. Kendi arkadaş ekibimi düşününce, bizim de dışarıya çok kapalı olduğumuzu söylerler, ne demek istediklerini Marmariç'te anladım. Neyse sonra Pelin ile güzel iletişim kurduk, çok sevdim kendisini, Mustafa Bakır da Marmariç'e gelip, güler yüzü ile ortalığı şenlendirince iyice rahatladım. :)

Bir diğer sorun ise havanın gerçekten çadırda kalmak için çok soğuk olmasıydı; 4 battaniye, uyku tulumları, patikler, sıcak su torbaları kurtarmıyordu durumu. Ama kış için kalacak bir yer yok, eski köy okulundaki sınıfta zaten 4 kişi kalıyordu. Biz de son 5 güne kadar çadırda kalmaya inat ettik. Ama sonunda sınıfa taşındık biz de. Şu an için kışın kalacak yer olmadığından, pek gönüllüye de ihtiyaç yok gibi. Ama bu sene hem Erkan ve Mustafa'ya hem de diğer işler için bir kaç yapı yapılması planlanıyor.

Avlu


Benim her yerde olduğu gibi, ufak tefek olmamdan dolayı daha çok yemek, mutfak işleri, temizlik ve bulaşık işleriydi genel olarak sorumluluğum. Pelin sayesinde hayatımda ilk kez hamur açmayı öğrendim, ilk açtığım kalp şeklinde olsa da, Duygu'nun katkıları ile yuvarlak bir şekilde hamur açmayı öğrendim. Erişte nasıl yapılır öğrenmiş oldum. Dijan ile kuşburnu toplayıp, kuşburnu reçeli yaptık. Bir kez zeytine gittik. Diken ve zeytinin piçleri denilen, arsız dalları kestik. Emre her yerdeki gibi daha ağır işlerde çalıştı. Hemen hemen her gün oduna  ve gübreye gitti kabile erkekleri. Ağır işler erkeklerde diyemeyeceğim, Pelin canavar gibi her şeye destek atıyor. Bir gün Selen, Murat ve Oya Ayman geldi. Oya'yı bu yaz tanıdık. Kendisi dünyada gördüğüm en tatlı, en komplekssiz, yolumuza ve öğrenme isteklerimizi en çok destek verenlerden, çok güzel bir insandır. Oya'lar da gelince, Mustafa Bakır bize mutfaktan çıkan gri sus sistemi için nasıl yağ kapanı yapılır onu öğretti.






Yağ kapanı kısaca, gri suda var olan yağ ve çökeltilerin sistemi tıkamaması için araya bağlanan kapalı bir hazne. Hazneye giriş çıkışı sağlayan boruların ucu farklı seviyelerde olduğu için, haznede biriken suyun yüzeyine çıkan yağ burada hapsoluyor. Arada bir burada biriken yağı ve çökeltiyi temizlemek yetiyor. Tüm permakültür tekniklerinde olduğu gibi basit ve ucuz bir çözüm.

Mustafa Bakır'ın çok yoğun bir programı olsa da, her konuda kendisine danışabileceğiniz biri. Tek sıkıntısı, anlatma yeteneğinin çok iyi olması; bazı anlattıkları gerçeklerden daha güzel oluyor. Bize Yeni Zelandalı bir adamdan bahsetmişti, su ve tohum taşıyıcıymış bu adam. Gittiği her yere tohum ve su götürürmüş, heykeltraşmış. Neyse, öyle bir anlattı ki ben acayip büyüttüm adamı kafamda ne güzel diye.. Sonra videosunu izleyince biraz hayal kırıklığı oldu.. Mustafa hayatta ne biliyorsa, ne okuıyorsa her şeyi hemen size de anlatmak isteyen, güzel anlatım yeteneği sayesinde etkileyici konuşan, çok güler yüzlü, tatlı bir insandır..

Mustafa'dan öğrendiğimiz bir kaç bilgiyi paylaşayım:

Ürdün'deki PDC kursunda Mustafa, Yeni Zelanda'da tohum saklama konusunda uzman bir ekip ile tanışmış.  Ekip ile ilgili bilgi için:  http://www.koanga.org.nz/ .  Oradan öğrendiklerini bizimle paylaştı. Defterime aldığım notlardan bazıları:

  • Maori dilinde su ve hatırlamak aynı kelimeymiş.
  • Whakapapa, yani genetik hafıza, bitki,insan, hayvan, her canlıda var.
  • Ektiğin tohumların besin yoğunluğunu öğrenmek önemli, bitkilerin şeker oranını ölçebilirsen besin değerini de bilirsin. Bu oran refrakrometre ile ölçülebilir, ve oranının 12 ve üstü olması gerek.    
TOHUM:
  • Kabak, Mısır gibi ürünlerin orta tohumunu sakla, ne kıçı ne başı, en verimliler hep orta tohumlardır.
  • Tohumları suda beklet, dibe çökmeyen tohumlar boş demektir. İçi sulu olan tohumları sakla.
  • Bir tohumun saklama süresi en fazla 3 yıldır.
  • Tohumlar plastik poşetlerde saklanmamalı, hava almaları sağlanmalı.
  • Tohumlar mutlaka sabit ısılı yerlerde saklanmalı. Sıcak yada soğuk fark etmez, mutlaka sabit ısı olmalı.

Mustafa Bakır ile Permakültür Söyleşisi: 

Bir kaç kitap önerisi:

Marmariç büyüme sancıları çekse de çok güzel deneyimlere vesile olacağına inandığımız, öğretici bir yer.  Tüm Marmariç'in asık ve güler suratlı  üyelerine selam olsun:)

30 Aralık 2011 Cuma

2012'ye Girerken

Nedense kendime günlük modundan çıkamadım ve bugüne gelemedim daha.. Bazen blog neyim de çok saçma geliyor, ama olsun yine de yazdıklarımın arkasında olmak isterim..

Bugün yeni bir sene  adına, çok sevdiğim ve saydığım Erdek'te ki kurstan tanıştığımız Ayla Seyhun'un yazısını paylaşmak istiyorum. Yazdığı her kelimeyi kendime o kadar yakın hissediyorum ki.. Onun denediklerini deneyebildiğimden değil ama..

 Hissettiklerini, düşündüklerini, ne dediğini bilerek ve kendini düzgün ifade ederek, iletişim kurmak ayrı bir erdem. Ayla Seyhun böyle biri.http://vahsibahcem.blogspot.com/ 

2012 için, (Rakamları yazmakta acayip leştiydi zaten,uzun zamandır.)
Kendimle, doğa ile, şehir ile, var olan her şey ile daha uyumlu ve olanı olabildiğince kabul eden, olmayacağına inandıklarım için de taleplerimi güzel ifade eden, payıma düşeni yapmaya çalıştığım anların çoğalmasını istiyorum, dijital'den defterim. Devrik cümle, evet çok kullanırım.

Hepiniz iyi ki varsınız.. Herkesin elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığı, kendi ve çevresi ile olabildiğince uyumlanabildiğini, olabildiğince birlikte ve mümkünse kutlu seneler dilerim..



2012 Bilinç Uyanışı:

'' Merhaba sevgili dostlar,

2011 de hep birlikte doğal olanı yakalamak adına koştuk, koşuşturduk, bir araya geldik, toplandık, dağıldık. İçimizde hep aynı istek ve heyecanla. Elimizde fırçalar, yeni tonlar kattık dünya resmine. Kendimizi ait hissettiğimiz değerlere birlikte sahip çıkmak adına attı kalplerimiz.

Bir yerlere geldik mutlaka. Sıfır noktasında değiliz, altına da düşmedik. Ama nerdeyiz doğruyu sorarsanız, kendi adıma bilmiyorum!

Bilgiyi taşımaktan yorgun düştük belli ki. Bilme halinde donup kalanlardan olmak yerine, eğrisiyle büğrüsüyle olma halini yaşamanın heyecanı da güzel. 

varsın yaratılarımız muhteşem, yüzde yüz doğru, tam da istediğimiz gibi olmasın. 
varsın yaratılarımız ille de permakültür, ille de organik, ille de fukuokosal sınırlar içinde olmasın.

Yaratılarımız bizden izler taşısın. Değişen bilincin kıvrımları tütsün beynimizden.... 
İyi ki varız, iyi ki varsınız, iyi ki birbirimizden haberdarız olmanın duygusu kokusunu salsın evrene...

2012 de bilenlerin bilmeyenlerden öğrenmeye hazır ve nazır olduğu yeni bir dünyada buluşmak dileğiyle, hepinize sağlık, saadet ve servet dilerim.''

Ayla Seyhun
Bayramiç, Cazgirler Köyü





23 Aralık 2011 Cuma

Ağustos Böcekleri Destanı

Dikili: Temmuz'un ilk haftası Bayramiç'ten ayrılıp, Dikili'ye Emre'nin annesinin yazlığına gittik. Abisinin 3 yaşında ki harika oğlu Alp ve Gözde'yi de görmüş olduk böylece. Harika yemekler, tekne gezileri, deniz, güneş ve bol bol dinlenme çok iyi geldi. Yolla çıktığımızdan beri yanımda taşıdığım kitaplardan neredeyse hiç birini bitirememiştim. Çadır'da uyumadan önce kitap okumak, fenerle falan pek olmuyor. Dikili kitap okuma isteğim içinde iyi geldi. Bir akşam Cunda'ya gittik Kuğu ve Cünort'la buluşup keyifli bir rakı,balık yaptık. Kısacası bu şekilde aylaklığa övgü durumuna geçmiş olduk.

Kaz dağları: Temmuz'un ikinci haftası, iki günlüğüne kaz dağlarına gittik. Orada çok sevdiğimiz bir aile var, onlarda kaldık iki gün, Sabire ablanın nefis yemeklerini yedik. Saltuksoy zeytinyağına bol bol ekmek bandık:) Çok sıcaktı köy, dere kenarında uyumak ve dere'de arınmak istekleri içerisindeydik. Ama yanımızda bir gece'den daha fazla konaklama ücreti ödeyecek paramız yoktu, Hızır Kamp için. Yine de gittik. Gider gitmez Hızır'dan tanıştığımız çok sevdiğimiz bir sürü dost  ile karşılaştık.Müslime teyzenin güler yüzü her zaman insanı çok iyi hissettiriyor. Zaman için de kamp oldukça değişmiş olsa da, o derenin zihnimde ve bedenimde  beni iyileştiren bir yanı var. Oradayken kendimi olduğumdan daha iyi bir insan gibi hissediyorum ve bugüne kadar orada niyet ettiğim, kendim ve Emre için dilediğim her şey oldu:) Öyle ki  Emre  oraya en yakın yerde askerlik bile yaptı, ben de bu sayede bir kış bol bol Kaz dağlarına iyileşmeye gittim.. Oraya gider gitmez her zaman ki gibi Hızır'da keşke biraz kalacak paramız olsa diye mızımaya başladım.. Ve Senem Gürez sayesinde dileklerim yine gerçekleşti. . Senem yazları Hızır'da tetik nokta ve klasik masajı yapıyor, elleri çok iyi niyetlidir,kışın da İstanbul'da fırsatınız olur ise kendisine bir görünün ve dünyada ki en güzel çocuklardan biri olan oğlu Bilgehan'ı benim yerime de sıkıştırın:) Senem'in iyi niyeti ve önerisi ile, Muharrem, ve Hasan'ın desteği ile ben de Hızır kamp'ta masaj yapmaya başladım, kazandığım ile kalma paramı karşılayacaktım, Emre'de geceleri bar'da çalışacaktı. Bu şekilde yaklaşık iki hafta kaldık Hızır kamp'ta. Masaj konusunda kendimi geliştirebilmem için çok iyi bir fırsat oldu. Senem ile masaj takasları yaptık, kendisinden çok şey öğrendim. Emre'de Senem sayesinde ilk kez hayatında 1,5 saat sakız kıvamına gelene kadar tüm vücut masaj uygulaması alma fırsatı buldu. İlk hafta'nın sonunda bende bar'da çalışmaya başladım. Emre'ye freelance oyun müziği işi çıktı ve o Alanya'ya arkadaşlarımızın stüdyosuna gitti. Ben gündüz masaj, akşam  bar şeklinde bir akış ile hem yoruldum, hem çok şey öğrendim masaj anlamında, hem de bir sürü harika insan ile tanıştım. Hem bar hem masaj birlikte gitmemesi gereken şeyler ama o dere her şeyi öyle bir dengeliyor ki, bir şekilde oldu işler.
Permakültür ve Doğal Yaşam eğitimlerinin kötü yanlarından birini Hızır'da deneyimlemiş olduk. Ben eskiden Kaz dağlarına gittiğimiz de yediğimiz her şeyin doğal olduğunu sanıyordum. Tavko'dan gelen tavukların, migros'tan gelen domateslerin farkında değildim. Şehir'den köy ortamına geçince doğal beslendiğimizi sanacak kadar romantik tim yani. Halbuki artık köylüler'de pınar süt içiliyor, etler, sebzeler, meyvalar  aynı şehirlerde ki gibi konvansiyonel tarım tekniklerinden gelen ürünler. Ben o kadar romantik bir kerizim ki, köy diyince aklıma Heidi'nin evi gibi dağ'da mis gibi evler geliyor. Halbuki beton ve çirkin yapılaşma her yerde.. Benim köylerden anladıklarım sadece masallarda kaldı..


Hızır'da şansıma bir de Makrobiyotik ve Shiatsu'ya giriş kursuna katılma fırsatım oldu Ümit Gürel sayesinde.http://makrobiotik.wordpress.com/ Kendisi dünya tatlısı bir insan. Onunla da alçak gönüllüğü sayesinde karşılıklı masaj takaslarında bulanabildik. Masaj uygulayan birine masaj yapmak insanı gerçekten çok geliştiriyor. Uygulaması çok kolay bir şey olmasa da Makrobiyotik beslenme bana ve tüm sindirim problemlerime çok iyi geldi. Nilgün Çevik sayesinde de Ashtanga ve Yin yoga çalışmış oldum. Kısacası Hızır her zaman ki şifalı geldi. Hızır'da çok sevdiğimiz tüm dostlarımıza, ev sahiplerine ve kalmamıza izin veren Ahmet Yazman'a selam olsun..

                                                      
 Foto: Timuçin

Kalkım: Kaz dağlarından sonra Senem ve Bibi ile birlikte Kalkım'a gittik.2 gece geçirdik. Kalkım gittiğim en güzel yerlerden biri, orada ki Çınarların muhteşemliğini anlatamam, kocamaan bilge bilgeler. Derya'nın tüm iyi niyeti ile aldığı, güzel uygulamalar yapmak istediği, birlik olma bilinci ile aynı prensipleri taşıyan insanlar ile beraber komin olmayan, yakın komşular olarak yaşanmasını istediği bir yer. Büyüme sancıları çeken, çeşitli kırgınlıkların deneyimlendiği ama zamanla oturacağına ve Derya'nın hayallerinin gerçekleşeceğine inandığım bir yer. Yerel halkla düzgün iletişim kurmayı, acilen şehirliler olarak öğrenmemiz gerek. Biz gittiğimiz de İlknur ve Tom'da orada yaşıyordu. İlknur'u ve Derya'yı çok kısa zaman önce tanıyor olmak ile beraber, ayrı ayrı pek severim kendilerini. İkisinin de kendi yollarında Kalkım deneyimlerini yapıcı bir şekilde gerçekleştireceğini düşünüyorum. Biz ateş başında keyifli zamanlar geçirdik, Dedetepe'de gönüllü olarak çalışan insanlar ile tanıştık. Bilgehan ile beraber zaman geçirmek, beraber uyuyup uyanmak, iyileştirici çok. Senem'in dünyada ki en rahat ve keyifli insanlardan biri olması sayesinde renkli zamanlar deneyimledik beraber.





Datça: Ağustos ayında anneannemin yazlığına Datça'ya gittim. Uzun zaman sonra bana ait bir odam olması, eşyalarımı yerleştire bileceğim bir çekmecem, gece kitap okuyabilecek bir düzeneğin olması iyi geldi bana. Datça denizi'de her zaman mistir. Datça'dayken eskiden karşı komşularımızın bahçelerine patlıcan, biber,domates ektiklerini hatta küçücük site bahçelerinde keçileri olduğunu hatırladım. Hem ailem hem de ben küçümserdik onları, ne böyle köylü gibi diye. En iyi şey çim miş gibi.. Nasıl böyle özümüzden uzaklaşan şımarık şehirlilere dönüştüğümüz hakkında düşündüm sık sık. Ve tam bir permakültür  terörü olduğumu fark ettim. Anneannem'in balkona dökülen yasemin ve begonvil yapraklarını toplayıp çöpe atmasının ne gereksiz bir şey olduğundan tutun da, kullandıkları deterjana kadar baya söylendim. Onlar zaten ne zaman seçimlerimden pişman olacağıma odaklı olduklarından, öğrendiklerim ile ilgilenmiyorlar, ben de gittikçe daha çok terör halinde ne kadar iyi şeyler ile uğraştığımızı anlatmaya çalışıyorum.. Neyse manikürcüler gibi masaj yapman için mi okuttuk seni gibi cümlelerle daha da tırnaklarımı çıkarıp saldırıya geçtiğim günlerden birinde, Eko mimari kursun'da tanıştığımız Yasemen sayesinde Bostancık'a Tuğrul ile Pınar'ın arazisine gittik Dilan ve Yasemen ile beraber. Bostancık hakkında sonra ayrıntılı yazacağım, ama oraya gidince ailem sayesinde zaman zaman seçimimizi sorgulamama neden olan kafa karışıklığım bir anda uçup gitti.. İçim bir an önce uygulama istekleri ile doldu taştı bir kez daha..


Ankara: Ağustos sonuna doğru Emre ile Ankara'da buluştuk neredeyse 23 gündür görüşmemiştik.. Onun abisi Çağrı gelmişti 2 haftalığına Amerika'dan bol bol aile saadeti, iskender, ev yemekleri ile yaklaşık 3 hafta geçirdik Ankara'da. Bayram'da da Ankara'daydık. Herkes şehir dışına tatile kaçarken, bizim bayramlar da Ankara'da olmamız iyi oluyor, trafiksiz Ankara sokakları rahat oluyor. Ama Ankara bana fazla geliyor. Bir evimizin olmaması, sanki tutturamamışız da aile evine geri dönmüşüz gibi, bir sıkıcı oluyor. Gri Ankara'da aile , arkadaş,banka, dr işleri içinde koşturmacalar ile geçiyor.Sonunda kimse ile doğru dürüst görüşememiş oluyoruz. Ankara'da ne yapıyoruz biz depresyonuna girdim. Zaman zaman çok yora biliyorum kendimi. Neyse sonunda 16 eylül'de arkadaşlarımız ile 2500m.'de kamp yapmak üzere bu sefer araba ile yolla çıktık..
Kaş: İki günlük dağ ve arkadaş halinden sonra, Dilan ve Fatih ile beraber Kaş'a gittik. Çok seviyorum ben Kaş'ı. İlk iki gün pansiyon'da kalıp, bir güzel rakı ve balık keyifleri ile paraları harcadıktan sonra Kaş Camping'e geçtik. Gözlemenin 10 TL olması sonucunda, tüp alıp nohut pilav gibi kamp yemekleri yaptık. Yine de bütçemizi toplamaya yetmedi. Kaş Camping'in şahane masör'ü Özlem Ak sayesinde azıcıkta olsa para kazandım masaj'dan. Özlem'e masaj yaptırın yolunuz Kaş'tan geçer ise, hem mekan olarak, hem de terapi olarak nefis bir deneyim. Özlem'den aldığım terapilerden dışında kendisi ile bol bol masaj takasları yaptık, bildiği her şeyi bana öğretmek için elinden geleni yaptı. Emre'yi denek olarak kullanıp üstünde uygulamalar yaptık. Özlem sayesinde çok şey öğrendim yine. Ne kadar şanslı bir insan olduğuma şükrettim sık sık. Sabah uyanır uyanmaz denize girmek, sık sık masaj uygulamalarında bulunmak, kaş camping'te tanıştığımız Jim ve diğer harika insanlar ile yolculuklar üzerine harika sohbetler yapmak, ve kitap okumak, yazmak, çizmek, keyifliydi çok. Kısacası şehirli bir insan olarak, para harcamayı, yiyip, içmeyi sevdiğimden bütçemizde ciddi anlamda çöküş yaratsa da Kaş, bize baya iyi geldi..

Özlem Ak                                                                  


Flora: Görüldüğü üzere aylardır permakültür adına hiç bir şey yapmamıştık. Emre benden daha çok üzülüyordu bu duruma, amacımızdan sapıyoruz diye. Ben masaj deneyimlerinden, kendimi geliştiriyor olmaktan memnundum. Yol yol'dur şeklinde bakıyordum. Kaş'tan sonra yine Flora'ya gittik. Çok özlemişiz Kalıpçı ailesini. Oradayken Emre ile Selahattin abi tıkanmış su boruları ile uğraştılar bol bol. Emre çatı'da ki çürümüş tahtaları söktü. Ben yine mutfak işlerine yardım ettim. Arada da odun kestim, 5 parça odunu normal testere ile kesince bile o kadar çok yoruluyorum ki, acilen fiziksel olarak güçlenmem lazım. Neyse Flora herzamanki gibi çok keyifliydi, yuvarlak masa oturumları kafamızı açtı yine:)




Sundance: Para durumumuz pek iyi olmadığından, Sundance JFest'de bar'da gönüllü çalışma işi çıkınca çok sevindik. En azından bir hafta hiç para harcamayacak olmamız durumumuzu dengeleyecekti. İlk kez okul yada işimizin olmaması sayesinde festivale bir kaç gün önce gittik. Ve  deniz kenarın'da çadır alanı bulup, dalga sesleri ile uyuyup,uyanmak nasip oldu:) Ben genelde Sundance'te pek rahat edemem. Mekan cennet olsa da küçük İstanbul gibi gelir bana, oraya gelen insanların durum ve hallerinden ötürü. Bu sefer onca zamandır geziyor olmanın verdiği ruh hali ile bana çok rahat geldi Sundance. Evimde gibi hissettim kendimi. Tüm insanların sınırlarını biliyorduk, kendi alanımızı korumayı biliyorduk. Zaten gittiğimiz onca yere kıyasla Sundance baya 5 yıldızlı tatil köyü gibi, tuvalet, duş vs gibi her tür konfor ihtiyacına fazlası ile cevap veriyordu. Normal de JFest ekibi bara pek uğramaz festivallerde, bar'ın rahat olacağını düşünüyorduk.Ama bu sene nedense sanki müzik festivali gibi herkes bardaydı. Baya yoğun çalıştık, çok yorulduk. Ama tüm müşteriler yakın arkadaşımızdı, hemen hemen herkesi tanıyorduk. Canımız çıkmış olsa da, müzik kontrolünün de bizde olması şansından dolayı sevdiğimiz müzikleri dinledik, güzel arkadaşlarımız ile eğlendik. Enis'in de barda olması iyi oldu bizim için. Anıl Avcı diye Senem'in de arkadaşı olan tetik nokta,refleksoloji bilen harika bir insan ile tanışmak, festivalin en iyi kısmıydı benim için. Onunla da çok öğretici masaj takasları yaptık. Bir kaç müşterimde oldu, ama daha çok eşe dosta refleksoloji yaptım, ve kendilerinden para isteyemediğimden, masaj anlamında çok bir maddi gelir edinemedim. Ama yine de bu konuda geliştirici deneyimler kazandım. Gülden abla ve Süleyman abi sayesinde hem hiç para harcamadık, hem de biraz yolluk destek attılar bize, çok iyi geldi sağolsunlar.. Kısacası keyifli, bir dolu dost görerek ve yorularak geçti Sundance.



Alanya: Sundance sonrası fırtınayı yanımızda taşıyıp Alanya'ya gittik. Emre'nin bir bilgisayar oyunu için yaptığı müzik için stüdyo'ya ihtiyacı vardı. O çalışırken bizde Okan,Murat,Erol,Dilan ve ben evcilik oynadık:) Havalar soğuk ve şimşek gösterileri ile dolu olduğundan sıcak çikolata ve film keyifleri Alanya'nın en keyifli yanıydı. Şahane yemekler yaptık beraber, lazanya, börek, kek, fırında balık gibi, eğlenceliydi çok. Bir sürü yeni doğmuş kedi, evde ki şahane kediler, dışarıda Eko ve Bulut:) Hayvan sever biri için, baya iyi bir yer Alanya.Yaklaşık bir hafta, ben keyif yaptım, Emre para kazanmak için çalıştı.:)

Böylece temmuz ortası-ekim arası  hem para kazanma sebeplerinden hemde aile ve keyifsel nedenlerden permakültür adına kitap okumak dışında bir şey yapmadık. Ama çok keyifli yemekler, sohbetler, maddi getiriler ve masajsal öğrenimler edindik,edindim..

11 Aralık 2011 Pazar

Bayramiç'te Yaşam

Buluşma sonrası, Emre ile şimdiye kadar planlı olan yol programımız da bitmiş oldu. Havalar çok sıcaktı, yorgunduk genel olarak ve pek nereye gideceğimizi bilemiyorduk... Mustafa'nın yanında Bayramiç'te rahattık, para durumumuzda pek iyi değildi. Mustafa, Sevil, Filiz, Dilan ve Timuçin ile beraber neredeyse 3 hafta kadar kaldık orada.

Foto: Dilan Yalçın

Mustafa gerçekten çok beğendiğim bir karakter. Hayattan zevk almasını bilenlerden, yanındayken insanı iyi hissettirenlerden. Vakti olunca, inanılmaz güzel yemekler pişiriyor. Yediklerimizin arasında kurutulmuş patlıcanla yediğimiz yemek inanılmazdı mesela. Sonra ondan özenip geçenlerde ben de yaptım, hiç alakasız birşey oldu. Onunki bol soğanlı, sanki şarap soslu et gibi acayip bir lezetti desem tarif etmiş olur muyum acaba?:)

Mustafalar..

Bayramiç'ten kurs dışında bahsetmedim sanırım. Yaklaşık 60 dönümlük bir arazi, 8 ortaklar yanlış hatırlamıyorsam. Ama orada yaz kış devamlı yaşayan bir tek Mustafa var. Permakültür adına gözle görülür sebze bahçesi dışında pek bir uygulama yok. Mıntıka planlaması, yağmur hendekleri, gri su sistemi, kompost tuvalet vs gibi yöntemleri şu an için göremeyeceğiniz bir yer.




Fakat beni en çok etkileyen, ve bugüne kadar gittiğimiz yerler içinde daha iyisini görmedik, yerel halk ile kurduğu ilişki çok güzel. Raşid amca, Ramazan abi ve eşi, Metin abi sık sık Mustafa sayesinde kendileri ile güzel sohbetler ettiğimiz, yerel halktan insanlardı oradayken biz.

Ramazan Abi ve eşi

Ramazan abinin kafa fenerine değinmeden geçemeyeceğim. Bir akşam ateş başında otururken uzaktan bir ampul gördük, bildiğiniz ampul. Yaklaşınca anladık ki bu Ramazan abinin kafa lambası. Ucunu da gömlek cebine yerleştirdiği minik aküye bağlamış, el yapımı kafa feneriyle geziyordu akşam karanlığında. :) Keşke fotoğrafını çekseydik, yaratıcı yurdum insanları..

Mustafa'nın kaz dağlarındaki altın madenleri çalışmalarına karşı yaptığı farkındalık geliştirme süreçleri ve onlarla bir olma halleri de çok önemli.Bayramiç ekibi, yerel halkın ürünleri için yıllık ekonomi yapıp onların ürünlerini satıyorlar. Ve halk kazandıkça bunu altıncılara karşı olumlu aktivizm olarak kullanıyorlar. Mis yani. Ürünlerinin fazlalığı ve bereketi yerel halkın da kendisine güvenmesini sağlamış. Bir de konuşma tarzından, onlarla iyi vakit geçirmeyi sevdiğinden herhalde, Mustafa bir çoklarımız gibi köylülerin görür görmez 'şehirli' sıfatını yapıştırdığı bir tip değil sanki mizacından dolayı. Gerçi ona da uzun bir süre Mustafa yerine İstanbullu demişler:) Zaten yerel halk genelde şehirli yerine nereden gelmiş olursanız olun, İstanbullu olarak adlandırıyor sizi:) Gittiğimiz yerler arasında yine en çok yerel sebze ve meyvayı mevsiminde tüketen yer. Her yerin, her şehirlinin çikolata, kahve, krema gibi zaafları var normal olarak. Mustafa dışarıdan yemek ve mevsiminde olmayan bir sebzenin tüketilmemesi konusunda çok katı. Zaman zaman hiç işime gelmeyen bir durum olsa da bu, çok beğendiğim özelliklerinden birisi. Yerel tohuma verdiği önem, ve herkesin güvendiği bir kişi olmasının yanında, tohum ambarında Victor'un bile tohumlarının olduğu geniş bir alan var. Yerel halk ile de paylaşıyor tohumları. Tohum takas şenliğine gidememiş olsak da, yine Mustafa'nın organizasyonunda gerçekleşen bir etkinlikti bu. Kendisi inşaat mühendisi olduğu için de, çok hızlı ve güzel bir şekilde dönüştürmüş eski yapıları. Kısacası permakültür uygulaması azmış, çokmuş şu aşamada çok önemli değil bence. Adamın gönlü geniş, iyi şeyler yapmak için elinden geleni yapıyor. Herkesi bir arada toplayabiliyor. Altyapı da yetiyor bir şekilde. Mekan ve avlunun enerjisi ya da hep beraber yaptık bunu bilmiyorum, birbirine bağlıyor insanları. Sanırım ekip olarak maddi anlamda birikimleri de var. Yeni bir yer orası da. Bir sürü güzel şey gerçekleştirmek isteyen gelişim aşamasında olan bir yer. Ama gerçekten uygulama anlamında çok güzel buluşmalara ev sahipliği yapan, her şeye açık, bizlerle büyümek isteyen bir yer. Tek başına olduğu için, yerel halktan desteklerle çalışsa da her zaman yanına gönüllü çalışmaya gidebileceğiniz, her zaman kendisinden tohum, özellikle buğday isteyebileceğiniz bir yer. Kısacası kendisine, Bayramiç'e çok inanıyoruz ve güveniyoruz. 

Bayramiç de diğer köyler gibi gençlerin çoğunun köyü terk ettiği, hayvancılığın tükenmekte olduğu yerleden birisi. Orada yaşayan orta yaşlı ve yaşlı insanların iş gücü yetersizliğinden dolayı halleri üzücü. Yine de Ramazan abiler sayesinde, gittiğimiz bir çok yere kıyasla doğru düzgün taze süt bulabileceğiniz bir yer.


Bayramiç'te buluşma sonrası kalırken, sağlık anlamında bir takım sıkıntılar yaşadım. Yol'da kadın olmak üstüne yazılar yazıla bilinir.. Emre ile apar topar Çanakkale'ye gitmek zorunda kaldık ve annemden biraz destek istememiz gerekti. Orada kaldığımız iki gün çok korkunç geldi bize, hem şehir hem de benim durumlardan ötürü. Sonrasında koşarak Bayramiç'e geri döndük. Mustafa babasının rahatsızlığından ötürü onun yanına gitmişti. Sevil güzel yemekleri ile hem tembel bizlere hem de mekana baktı resmen.


Sevil Baştürk Foto: Dilan Yalçın


 Biz Çanakkale'ye giderken çadırımızı toplamıştık, gelince  sınıfta yatıp kalktık; çok keyifli olsa da, kendi çadırına ya da kendi özel alanına çok ihtiyacı olan, ekolojik yaşamaya çalışan bir kokoş olduğumu fark ettim. Sanırım hem alerjilerimin artık zorlaması sonucu, hem de geçirdiğim diğer sağlık nedeni ile keyifsizdim. İlk kez orada, hastane sonrası evimi ne kadar özlediğimi fark ettim. Tek ihtiyacım olanın sıcak uzun bir banyo yapıp, kendi yatağımda, Minör ile beraber birkaç gün uyumaktı... Keyifsizken ben yanımda kimseyi istemeyen bir karakterim. Öyle saklanacak bir odamın, içinde dolaşacağım bir yatağımın olmaması, gündüz yanmak, gece üşümek ve karasineklerin orduya dönüşmesi hali zorladı orada ciddi şekilde beni. Neyse sapıtmış hormonsal triplerimi Sevil, Dilan, Timuçin ve Emrecim idare ettiler. Ben de gitmeli gelmeli de olsa yavaş yavaş kendime geldim orada kaldığımız süre boyunca. Bir gün Sevil bize kıyak yaptı, araba kiralayıp Ayazma'ya gittik. Ayazma'nın cennet olmasını engelleyen mangalcılar yüzünden, Ayazma yolunda başka bir yerde şahane bir rakı ve alabalık ziyafeti çektik. Güzel, hisli, yoğun günler yaşadık beraber. Timuçin ve Dilanın kahkaları ile şenlendik. Sevil ile aile gibi olduk. Kalabalık ateş çemberlerinden bir avuç insan kalmıştık. Kaldıkça kaldık Bayramiç'te bir türlü gidemedik yani..






Foto: Dilan Yalçın

10 Aralık 2011 Cumartesi

Bayramiç, Yeniköy - Permakültür Buluşması


Türkiye Permakültür Buluşması
21 Haziran'da Bayramiç'e geri döndük. 24-28 Haziran TPB için organizasyon ekibi olarak çalışmaya geldik. İlk kez böylesine büyük bir organizasyonda çalıştığımızı anlatmama gerek yok herhalde. :) Beklenen kişi sayısı 120 idi. Mustafa, Filiz, Sevil, İlknur, Timuçin, Didem, Dilan, Emre ve ben organizasyon ekibi olarak, ev sahipleri dışında erken gelenlerdik. Üç günlük sıkı bir çalışma ile temizlik, bulaşık, yemek, ve program akışını düzene sokmaya çalıştık. Mustafa'nın iyi niyeti ve pozitif enerjisi, Sevil'in organizasyon tecrübesi sık sık destek oldu bize.



   TPB 2011 Facebook Fotoğraflarından

Değişik bir tecrübeydi bizim için. Zaman zaman bir takım kafa karışıklıkları yaşadık organizasyon ile ilgili. Bizden ne beklendiği, ne yapmamız gerektiği konuları hakkında.. Ekipte birinin enerjisi düşünce, 'benim yüzümden mi' gibi düşünceler yordu beni zaman zaman. Sonuçta genel temizlik, düzen konuları dışında bize birşey söylenmeden insiyatif alacak, konuşma çemberlerini yönlendirecek kadar deneyime sahip değildik ve hiç o tarz girişimlerde bulunmadık.. Bir önceki buluşmadan ve 17 saatlik yolculuktan da yorgun düşmüştük. Ben sürekli gereksiz bir şekikde Ekomimari'deki birlik hali ile kıyaslayıp durdum buluşmayı. Halbuki amaç ve hedef ekomimari gibi tek bir konu üzerine olmadığı için 120 kişinin aynı şekilde bütünleşmesini beklemek saçma idi. Üstelik bu bir ilkti, ve permakültürü bilmeyen, öğrenmeye gelen insanlar da vardı. Aslında ilk iki gün Permakültür sertifikası olmayanlara, son iki güne ise konu ile ilgili insanların devam edeceği şekilde tasarlanmıştı buluşma. Ama öyle olmadı tabi, gelen kaldı. 
Çok güzel insanlarla tanıştık, uzun zamandır görmediğimiz bir sürü dostumuzu gördük. Kimilerinin orada olacağından haberimiz yoktu, tanıdıklar çoğaldıkça sevindik. Gizli çadır alanımız, esas kamp alanı oldu. :) Ama tüm komşularımız Erdek'ten, Kazdağları'ndan, eskilerden tanıdığımız dostlar olduğu için keyifli oldu. İnekler, mekan kalabalık olunca, biz orada kalırken saklandılar bizden..
Bu arada Bayramiç'in baykuşları başta olmak üzere, Ekomimari'de kolektif aşk kafasından nasibini almış eşek, kedi, köpek tüm hayvanlar hamileydi.. Eylül gibi de hepsi mıncırmalık yavrular doğurdu. :)
Türkiye'de Permakültür ve ekoloji anlamında ciddiyetli şekilde enerjisini koyan, bizim için çok önemli ve iyi niyetli insanlarla göz göze geldik. Bunun yanı sıra, kendi organik çiftliğinin reklamını yapmaya gelen de vardı, yere izmarit atanlar da, kağıt çöpüne pil atanlar da.. Genel olarak ilk buluşma için her şey sorunsuzca aktı. Alt yapının 120 kişiyi sorunsuz kaldırması bile büyük başarıydı. Açık alan teknolojisi uygulandı. Bence doğru bir teknik olsa da her an sorunsuz işleyemedi. Kısacası aslında gözle görünür bir sorun olmasa da, ikinci bir buluşmanın en azından permakültür giriş kursu alan kişilerin katıldığı bir buluşma olması gerektiğini, bu şekilde 'Türkiye'de beraber bu sistem uygulamaları adına neler yapılabilir'e daha çok odaklanma fırsatı doğacağını düşünüyorum. 
Takas, (tohum ve ürün) bilgi paylaşımı, permakültür platformunun geliştirilmesi gibi umut verici pek çok konu konuşuldu, uygulandı. Kısacası, herkesin tanışması ve fikir gelişimi açısından gayet başarılı bir buluşmaydı. Ben daha çok şey bekledim sadece.. Ve beklentiler her zaman yorar halini bir kez daha deneyimledim.
Her yerde olduğu gibi düzgün iletişimin önemi  hakkında sık sık düşündürücü anlar yaşadım. Kurs notları için: http://permacultureturkey.org/turkiye-1-permakultur-bulusmasi-toplanti-notlari/ Anlatmadığım diğer bir çok önemli konuyu, ve içeriği görebilirsiniz. Kurs notlarında gerçekten önemli, öğretici bilgiler var. 
Bu buluşmada da akşam bol sohbetli, ateş başında keyifli müzikli geçti. Bulaşık ve diğer işler hem bizim, hem de katılımcıların gönüllü yardımları ile ortaklaşa gerçekleşti. Kısacası güzel bir tecrübe oldu bizim için. Çok önemsediğimiz bağlantılar  kurmuş olduk. Konu ile ilgili olan hemen herkes ile tanışma fırsatımız oldu.. Az uyku, bol muhabbet.. Organizasyon ekibi içinde olma tecrübesi. Mis oldu. :) Bol bol toprakta çeşitlilik ne kadar önemli ise, insan topluluklarında da çeşitliliğin iyi bir şey olduğunu düşündük.
 İlknur, Didem, Filiz, Mustafa, Özlem ve Bayramiç'in diğer ev sahipleri, Sevil, Dilan ve Timuçin'e ayrıca şahane yemekler yapan Bayramiç yerlilerine selamlar olsun..



Geoff Lawton ile online bağlantı.


Kapanış Çemberi

                                                   Güneşin'den masallar

Tohum takası

                                                Manzarası güzel bulaşıkhane


Fotoğrafların hemen hemen hepsi, Türkiye Permakültür Facebook Grubu'na kimin koyduğunu bilmediğim buluşma fotoları albümünden alınmıştır.

Ankara-Flora-Antalya-Alanya

11 Haziran gecesi Ankara'ya döndük oy vermek için. Yol paramız da, oyumuz da boşa gitti.. Ama bir gün de olsa aileleri görmek, yemek yemek ve sıcak banyo yapmak iyi geldi. Diğer yandan, uzun süre çadırda kalınca normal oda ve ev, çok dar ve havasız geliyor insana, garip..
13 Haziran gecesi Flora Akdeniz Bahçesi'ne gittik. Özlemişiz Kalıpçı ailesini. Bahar ile uğurlanıp, kurumuş otlar ve sivrisinekler ile karşılanmak değişik geldi. Hep bahar olabilir bana.. Güzel bir yemek, sunum provaları, ve yuvarlak masa sohbetli bir gece geçirdik. 15 Haziran'da Ayşe abla ve Selahattin abinin bağlantısı ile Emre, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı'na ve sonra Güneş Ev'e permakültür sunumları yaptı. Belediye'yi kent ölçeğinde  permakültür hakkında bilgilendirmek ve olası bir ortak bir permakültür saha çalışması  düşüncesiyle hazırladık sunumları. Bir gün önce klasik olarak gözümden sokan sinek yüzünden ben tek gözü şiş şekilde gittim sunuma. :) Dilan'la da Antalya'da buluştuk. O da sunumların çekimini yaptı.



15'inde Alanya'ya arkadaşlarımızın yanına gittik. Lüks yeni bungalovları, konfor, muhabbet, şahane kediler, deniz manzarası ve Bulut'la Eko'nun muhteşem yavrularını mıncırarak keyif ve dinlenme haline geçtik.. Çok yorulmuşuz, acayip uyuduk.. Hisleri, yol geçişlerimizi, kendi kişisel değişimlerimizi, kendimizi bu kadar rahat ve iyi hissettiğimiz bir yerde sindirme fırsatımız olması çok iyi geldi..





21 Haziran'da Bayramiç, Yeniköy'e gitmek üzere otobüs bileti aldık. Kişi başı 75 TL'cik.. İki kişi olduğumuzu unutuyoruz bazen Emre ile, bütçe ortak olunca.. 75 beklerken, 150 TL girince bir anda şaşırdık ikimiz de. :) Dilan, Emre ve beni yaklaşık 17 saatlik bir yol bekliyordu..

9 Aralık 2011 Cuma

Bayramiç-Eko Mimari Kursu




EKOLOJİK MİMARİ ve DOĞAL YAPI ATÖLYESİ 
4-11 HAZİRAN 2011, BAYRAMİÇ, KAZDAĞLARI
Eğitmenler: Janell Kapoor-Penny Livingston 

Kolaj: Filiz Telek

    2 Haziran günü, ekolojik mimari ve yapı atölyesinde çalışmak ve öğrenmek üzere Bayramiç'e geçtik. Balıkçı Mustafa karşıladı bizi. Biz halihazırda olan çadır alanlarına mırın kırın edince, Mustafa sağ olsun bize esas yemek, tuvalet, eğitim alanından uzak ama inanılmaz keyifli, orman içinde bir çadır alanı gösterdi..

Maalesef, fotoğraf çekme tembelliğimiz yüzünden, size ne kadar şahane bir yerde uyuyup uyandığımızı gösteremeyeceğim. Sabah inanılmaz kuş sesleri ile uyanıp, arkasından Ramazan amcanın ineklerinin çan sesleri ve sonunda meraklı ineklerin sık sık kafasını çadıra sokma çabaları ile güne başlıyorduk.:) Ama inek yoluna çadır kuran da biziz tabii.. Bu sene bahar her yerde uzun sürdü. O yüzden haziranda da her yer yemyeşil ve çiçek doluydu.. Bu çadır alanında sadece 3 çadırdık. Yatmadan yatmaya gidebilmiş olsak da, bu alanda uyumak ve uyanmak gerçekten çok özeldi..
İlk gece Mustafa ve dünya tatlısı bir insan olan Güray sayesinde, kendimizi çok iyi hissettik. Ertesi gün, Penny, Janell ve Filiz geldiler. Bu kursun içeriği dışında, sonunda Filiz Telek, Mustafa Bakır, Mustafa Alper Ülgen ve Penny ile tanışmayı çok istiyordum. Kurs sonunda fazla güzel ve bizim için önemli insanlarla bağlantı kurmuş  olduk . :)
Penny, Janell ve Filiz geldiğinde 60 kişi için hazırlıklar bitmemişti, Filiz, Özlem, Mustafa, Güray, Dilan, ben ve Emre mekanı hazırlamaya çalıştık. O gece, Güray ve Mustafa oğlak pişirdi.  Ben daha çok şahane salata ve pilav ile ilgilendim. Nedense vejetaryanlardır diye düşündüğüm Penny ve Janell'in nasıl keyifle, iştahla ve elleriyle yemek yediklerine şaşırdım epey. Hatta Raşit abi, çatal ve bıçakla yemek yiyen bizlere,  'şu ecnebilerden öğrenin yemek yemeyi, bu eti elinle yiyeceksin', dedi. :) Permakültür camiası sandığım gibi otobur değil yani. Bu arada Bayramiç'in mutfak tasarımı bugüne kadar kaldığımız mekanlar içerisinde en iyisi.


Güray mutfakta
Foto: Dilan Yalçın

Bayramiç de ilk kez bu kadar kalabalık bir gruba hazırlanıyordu. Biz de heyecanlıydık haliyle, hem kurs, hem gönüllü çalışma işi nasıl olacaktı ki? Acaba tüm derslere katılabilecek miyiz diye düşünüyorduk. Ateş başına geçip Penny ve Janell'in söylediği şarkılar ve sohbetle bayağı rahatladık. Filiz, Mustafa, Güray, Sevil sağ olsun hem çalıştık, hem de hiç bir öğrenimden geri kalmadık. O gece Penny bize ilk kez A yey Moçi Namba' yı öğretti :) Sonra ekip marşımız oldu bu şarkı:) (Bilmeyenlere saçma gelse de kelimeler. :) Penny ve Janell'in enerjileri o kadar yüksekti ki, hepimizi birbirimize bağladılar resmen.



      Ertesi gün ekip alana gelmeye başladı. Birbirinden renkli, farklı, her yaş, her meslek ve her kesimden güzel insanlar geldi. O gece açılış çemberinde, ilk kez bu kadar iyi niyetli ve parlayan insanlarla olduğum için şükrettim. Ve bu şükranlık hali, bir hafta boyunca her an artmaya devam etti..
                                                                 
Foto: Dilan Yalçın

          Ve o andan sonra, günler geceler birbirine girdi.. Genel akış, açılış çemberi, sınıfta ders, arazide uygulama, öğlen yemeği hazırlıkları, yemek ve bulaşık, ortalığa çeki düzen vermek, öğleden sonra uygulamaları, akşam yemeği, bulaşık, akşam sunumları ve ateş başı müzik, sohbet, ve keyif ile geçti. Orada olmayanlara tarif etmesi zor bir kolektif aşk yaşadık bence. Herkes yüksek sesle ve içinden çamur ve toprak içinde kendi zihinlerine ve çevreye güzel tohumlar ekmek için birbirinden cesaret aldı. Filiz'in ekomimarideki organizasyonu çok iyiydi. Sevil de organizasyon ekibinin en renkli ve önemli karakteriydi herhalde. Her anlamda çok rahatlattı bizi, çok güzel anlar paylaştık beraber. Penny'nin ve Janel'in 60 kişinin 60'ına da öğretilen her şeye dokunarak, uygulayarak öğrenme fırsatı vermesi çok önemliydi. Mustafa Bakır, Andrew ve bir çok çevirmenin sayesinde, İngilizce olarak duyduğumuz her kelimeyi, Türkçe ikinci defa olmak üzere özümseme fırsatımız oldu. Julien de sürpriz olarak geldi ve bize saman balyası tekniklerini gösterdi. 


Foto Filiz Telek

Her yerde gülümseyen insanlar sayesinde zaman zaman bahar alerjisinin delirmesinden, ve beslenme biçimimizden kaynaklanan enerji eksikliğimi yükseltmek kolay oldu. Kısacası çok güzel tastamam bir kabile olduk. Diğer eko köyler ve derneklerin hikayelerini ve oluşum süreçlerini dinlemek de çok ilham vericiydi.  Buğday' Derneği'nden Güneşin Aydemir, Torak Ana'dan Cem Birder, ve Viranşehir'den Metin Yeğin, hikayelerini, amaçlarını bizlime paylaştı. Permakültür Enstitüsü'nden Mustafa Bakır dışında Mete Hacaloğlu da enstitü öncesi komün denemelerini ve gelişim süreçlerini anlattı.


Mustafa Bakır, Cem Birder, Balıkçı
Foto:Filiz Telek

Foto:Didem Çivici

Gönüllü çalışmak adına en çok her yerdeki gibi bulaşık yıkadık. 60 kişinin bardağı, çorba, 
yemek, tatlı tabağı derken bulaşık bitmiyordu hiç bir zaman. Ama 12 gönüllü olduğundan güzel bir akış vardı. Herkes günde bir kez bulaşık yıkayacak ve temizlik, düzen, vs. işlerden birini değiştirmeli seçecekti. Bu sayede kursun tamamına katılmış olduk ve hepimiz dönüşümlü olarak epeyce bulaşık yıkadık. Daha sonra  bahsedeceğim gibi, bulaşık düzeni permakültür buluşmasında öyle güzel oturtuldu ki, herkes bulaşık yıkamak ister oldu.. Tatlı krizlerimize yetişen Yasemen'e ve Mehmet beye, Sürekli gülme krizleri ile hepimizi keyiflendiren Zeynep ve Gülfem hanıma ayrıca teşekkürler. Toplulukta Açık Radyo'dan Melda Keskin ve Orient Expressions'dan Richard da vardı. Richard sayesinde acayip keyifli ateş başı dinletileri oldu.
Kısacası kimse için sıcak havanın, yağmurun, çamur içinde olmanın, tuvalet ve duş sırasının bir önemi olmadı, aksine daha da birleştirdi hepimizi. Çamurlu insanlar olarak, mutfağı batırdık sık sık. Güray her zaman başındaki kalabalığa, yemeğine karışanlara, mutfak düzenini bozanlara gülümseyerek karşılık verdi.. Filiz Telek'in kurs hakkında yazdığı yazı güzel bence bayağı. Bakmak isterseniz: http://surdurulebiliryasam.wordpress.com//?s=kus+yuvay%C4%B1+&search=Git

Kerpiç ve kerpiç tuğla yapımı, cob, slip straw, pajhereke, chorizo, şıkşıkı, saman balyası, doğal boya ve sıva teknikleri öğrendik. Hepimizin şehirlerdeki yaşam alanlarımızda kullandığımız pvc doğramalar, lamine parkeler gibi evimizin içinin bile kansorejen maddelerden oluştuğunu öğrendik.

Kurs notları çıkmak üzere.. Çıkınca ekleyeceğim buraya. Notlarda teknik bilgiler detaylı olduğundan sadece aşk halini yazmak istedim. Bu kursta hem çok yorulduk, hem çok şey öğrendik, hem acayip eğlendik, hem de bazı eski dostlarla karşılaşıp, bir sürü yeni dost edindik.. Tüm kurs ekibini sık sık sevgi ile anıyoruz..

Foto: Didem Çivici

Foto:Esra Tozun





Fotolar: Filiz Telek sanıyorum, bilgisayarımda isimsiz duruyorlar.


Kurs görüntüleri:

2011'de düzenlenen kurs videosu için:

2012'de ikincisi düzenlenen Eko mimari kursu videosu ve bilgileri için: